Oslo'dan sonra dümenimizi, Norveç'in fiyordlara açılan kapısı Bergen'e kırdık.
Dünyanın en güzel tren rotalarından olduğu söylenen Oslo-Bergen hattında 7 saatlik keyifli bir tren yolculuğu geçirdik (Bilet 90 TL civarındaydı).
Zaman zaman camımıza yapışıp manzaraları içimize çektik, zaman zaman deklanşöre saldırdık, o büyülü anların bir kısmını yakalamayı denedik.
Arada kendimize döndük; müzik dinledik, kitap okuduk, içsel yolculuklara çıktık.
İstanbul havaalanında görüp heyecanla satın aldığım, Türkiye'nin en popüler blog yazarlarından PuCCa'nın ‘Küçük Aptalın Büyük Dünyası’ ismiyle yayınlanan kitabı vardı yanımda. Kişisel hikayesini anlatan PuCCa geçtiğim topraklara ve insanlarına benziyordu. Nefes kesen manzaraların ardında büyük mücadele gerektiren bir doğa... Keskin, alaycı veya eğlenceli satırların ardında, hayatta kalmaya çalışan yaralı ve savaşçı bir kadın vardı.
Yol boyunca inanılmaz derecede güzel kare aktı gözlerimizin önünden. Sonunda, 230 bin kişilik nüfusu ile ülkenin 2. büyük şehri olan Bergen'e ulaştık.
Bergen, Viking kralı Olav tarafından kuruluşundan beri neredeyse 10 asırı devirmiş, 7 tepeli bir rıhtım şehri. Norveç'in de eski başkentlerinden biri. Rıhtım bölgesindeki meşhur tarihi ahşap evler, Floyen Tepesi, balık pazarı, Fantoft Kütük Kilisesi kısa sürede görülebilecek, şehrin en turistik yerleri.
Ertesi 3 gün boyunca kiraladığımız araçla ülkenin kuzeyine Trondheim'e doğru yolculuğumuza devam ettik. Ülkenin en güzel fiyordlarını görebilmek, ölmeden önce yapılması gerekenler listesine bir çentik atabilmek için...