29 Haziran, 2006

huaycan, peru

Daha önce bahsetmiştim. Language exchange olaylarını keşfedince yazıştığım kişiler oldu. Bunlardan biri Huaycan/Peru'dan Julio. Julio'dan mektup gelmiş. 15 Temmuz'da bağımsızlık günleri varmış. Ona hazırlanıyorlarmış. Bana öğrencilerin resimlerini yollamış. Galiba şimdi ağlayacağım.Türkiye'nin kurtarılmış bölgesi,Etiler-Levent-Taksim hattında 21. yy modern insanının suni dramları içinde yaşayıp gidiyordum, ki bunlar bile bana fazla geliyordu. Kafamı gömdüğüm kumdan çıkarıyorum şimdi. Her yerde açlık, sefalet ve adaletsizlik! Uzaklara bakmaya gerek yok; bu resimler size çok tanıdık gelmedi mi?

27 Haziran, 2006

tatil önerileri- hırvatistan

Bugünlerde popüler tatil seçeneklerinden biri oldu Hırvatistan. Ben gittiğim yıl, ki çok olmadı ya 2 ya 3 yaz önceydi (bunadım mı ben? harbi ne zamandı ki?), ülkenin nerede olduğu bile bilinmiyordu. Bi nevi, TR’nin dünyadaki hali !

Neden Hırvatistan’a gitmeli?
Çünkü bize yakın, çünkü doğası çok güzel, çünkü ucuz, çünkü insanları çekici, çünkü farklı pek çok tarzı aynı bünyede bulmak mümkün.

Deniz fenerinde balayı mı istersiniz, Dalmaçya’ya yayılmış 2000 küsur adanın arasında mavi tura çıkmak mı? Araba kiralayarak nefis manzaraya karşı koy koy gezmek mi istersiniz, yoksa Dubrovnik civarındaki sakin köylerden birine konuşlanmak mı? Hvar, Brac, Korcula gibi bir adada hippilerle çadır kampı yapmak mı isterseniz, Omis gibi ortaçağdan kalmış hissi veren küçük sevimli şehirde balık-şarap-muhabbet takılmak mı? Split’te (İzmir gibi bir şehir) diskolarda zıplamak mı istersiniz, Makarska’da (bizim yazlıkçı şehirlerinden. Kaçanın anası ağlamaz, öyle diyim) deniz kenarındaki çay bahçelerinde çekirdek çitlemek mi?

Zagrep ise çok cici bir Avrupa şehri. Hiçbir şey yapmadan kafelerde gün boyu yuvarlanmak, çarşı pazar dolaşmak bile yeterince zevkli ve dinlendirici. Tito çok yaşasın, suni göller yaptırmış şehrin kuzeyine, sanki sayfiyedesiniz. Yelkenliler, patenliler, bisikletliler… Hele bir de benimki gibi güzel arkadaşlarınız varsa Zagrep’te, ben diyeyim 3, siz deyin 1 ay filan sıkılmadan kalınır.

Her yerde olduğu gibi başımıza enteresan olaylar geldi tabii. Zagrep’te İstanbul uçağından indik, Dubrovnik uçağına bineceğiz. Tur mur yok, her zamanki gibi bağımsız takılmaktayız. Zagrep havaalanında elinde ismimin yazdığı bir kart taşıyan bir adam. Aaaa. Üstüme iyilik sağlık! Yani bizim mahallede az biraz tanınırım da, n’oluyo yani? Ünüm sınırları mı aştı? Bizim Zagrep’te yaşayan dostumuz Erhan şoför yollamış; havaalanında aktarma saatini beklemeyelim, hızlı bir Zagrep havası alalım diye. Kendimi Ajda Pekkan gibi hissettiğim nadir anlardandır:)

Zagrep’te hızlı tur… uçak… ve Hoşgeldik Dubrovnik’e.. Otele bavulu attık, dışarı çıktık, 20 adım ya uzaklaştık, ya uzaklaşmadık… ki…avuçlandım!.. Yani öyle böyle değil. Basmayağı yani. Yaş max 17, üç oğlan. “Hayvan” diye bağırarak ve elimdeki şiseden su püskürterek çok anlamsız bir hamle yaptım. Yaş 100, karizma 1000, kabadayılık 10000. Dövülen erkek sayısı unutulacak kadar çok. Tek yapabildiğim su püskürtmek oldu. Bu kadar mı çaptan düşmüşüz be? Elin Hırvatistan’ında madara oldum el kadar oğlanlara. O günden sonra biraz mesafeyle yaklaştım lokal halkın erkeklerine. Barın birinde lezbiyen tacizine uğrayınca ise karar verdim ki her milletle kaynaşmaya gelmiyor.


Her zamanki öneriler aynen geçerli:
- Araba kiralayın (Hem bu sayede Karadağ ya da Bosna/Mostar’a da geçebilirsiniz. Mostar’dan geçen Neratva gördüğüm en güzel nehir. Şair yapar insanı, şair).
- Halkla kaynaşın.
- Bildik şehirler dışında haritada görünmeyen küçük yerlere mutlaka uğrayın.


Kızlara not: Dubrovnik’e gidecekseniz –ki mutlaka gidin, Cuma-C.tesi gecesine denk gelsin. Bana güvenen yarı yolda kalmaz! Öperim:)

26 Haziran, 2006

tatil önerileri- rodos

Uzaklara gidemeyecek dostlara yola çıkmadan bir güzellik yapmak ve daha önce yaz tatilimi geçirdiğim yakın ülkelerden biraz bahsetmek istedim. Hala tatil planı yapamamış arkadaşlara belki bir faydası olur.

Aile ile, sevgili ile, kanka ile ya da solo… her şekilde mutluluğun garanti olduğu bir yer Rodos. Corfu’dan sonra tüm Yunan adaları içinde en yeşil 2. ada. Daha "in" haldeki diğer Yunan adalarına yan gözle bakmaya hiç gerek yok yani. Adanın bereketlerinden yararlanmak için yapılması gereken en önemli şey araba kiralamak ve tüm adayı boydan boya dolaşmak. Diğeri de halka karışmak. Aşk-nefret ilişkisi içinde olduğumuz bu halkla ne kadar kaynaşırsanız, o kadar iyi.

Deniz denince akla gelen her çeşit plaj seçeneğini burada bulmak mümkün. İster kayalıklardan denize girin, ister yemyeşil küçük koylardan, ister uzun kumsalları olan ıssız dalgalı plajlardan. Anadan üryan güneşlenmek serbest. Yalnız dikkat edin, o şekilde uyuyakalmayın. Kuş uçmaz kervan geçmez sandığınız kumsallar, şaşırtıcı bir hızla dolabilir.

Bodrum/Çeşme’deki muadilleri kadar konforlu olmasa da, çok sevimli onlarca beach var adada. Antony Quinn’in sahibi olduğu bir beach vardı mesela; ismi neydi unuttum.

Sidik yarışı seanslarından aklımda kalanlar…
Yunan atağı:
"Sen Cengiz Han’ın torunusun, biz seninle nasıl kardeş olabiliriz?". "Biz en azından 1. lig’deyiz. Siz bu ligden değilsiniz! (Avrupa Topluluğu’nu kastederek)"
Türk karşı saldırısı:"Tükürsek boğulursunuz be"

Değişik ortam anıları…
Şöyle bir sahne hayal edin. Yolda seramik almak için durduğumuz dükkan sahibi ile tarih-politika vs biraz lafladık. Arabamıza bindik, tam ana caddeye çıkmak üzereyiz. Seramikçi koşarak geldi, cama yapıştı, bizim araçla birlikte koşuyor ve bağırıyor: “Hiç Türk öpmedim, seni bir kere öpebilir miyim?".

Yunanlı bir dost sayesinde turistlerin bilmediği bir tavernaya gittik; sirtaki dinleyeceğiz. O Yunan güzelleri nasıl bir zerafetle oynamak; ağır ağır, yavaştan yavaştan... Bağrı yanık delikanlılar, kızlardan da güzel raks ediyor; Denizli horozları gibi... kabar kabar öldüler. Toplumun huzuru ve mutluluğu biz ayağa kalkana kadar sürdü. Biz de Türk’üz. Sallamadan duramam hani. O zerafet ortamını, agresif sallanışlarla darma duman ettik. Biz de göbek atılır, abicim. Bizim Yorgos sepetine 10 Euro saydı; bilmem kaç sepet karanfil döktü kafamızdan. Hahaha. Yunanlıları seviyorum.

22 Haziran, 2006

arkadaşımın arkadaşı benim de arkadaşım mıdır?

Ben yalnızlıktan hiç haz etmem, bilirsiniz. İnsan yoksa ben şişerim.

Yollarda depresyona girip;

- her gün 10 sayfa yazı yazmamı,
- kendimi içkiye vurmamı,
- yalnızlıktan ilk gördüğüm adama aşık olup kalmamı,
- paralarım yüzünden bana iyi davrananlar tarafından söğüşlenmemi,
- sonunda Barış gibi filozof olmamı,
- kısa tarafından turu bitirip dönmemi

istemiyorsanız...

Orta ve Güney Amerika'daki arkadaşlarınızın benim de arkadaşım olma vakti gelmiş demektir!

"ozlem-pansiyon@hotmail.com"

Yeni adresim, mesajlarınızı bekliyor:)

16 Haziran, 2006

görücüye çıktım

Pansiyona bir geldim; benim gariban blog tarihi bir rating yapmış. Herhalde geleni gideni ölçen alet bozuldu derken... sebep anlaşıldı. Barış sitesinden bana link koymuş. Barış, inanılmaz birisin sen:)

Üstümde bi mahcubiyet!..

Hani olur ya bazen (belki sadece benim gibi pasaklıların başına geliyordur); ayakkabıyı tam çıkarırken farkedersiniz, çorap delikmiş. Yanaklar önce al, sonra mor...

Ya da ne biliim tuvalete girersiniz de, tuvalet tıkanır. 3 saat kadar çıkamazsınız içerden; kova filan ararsınız (oha yani, bu da mı sadece benim başıma geldi?). O sıra dışardakilerin aklından geçebilecekleri düşünüp his yaparsınız. Böylesi acı deneyimler beni sosyal kabız yapmıştır mesela.

Böyle bir moda girdim. Yakın arkadaşlara fütursuzca yazdığım blog görücüye çıkmış oldu (ya beni sevmezlerse?).

Bu baskı ortamında, birkaç gün saçmalamam kaçınılmaz (Sanki hiç saçmalamıyordum!)


Ve bugün başardıklarım:
- Sonunda sarı humma aşısı (Hudutlar ve Sahiller Umum Md/ Tel: 212.293 36 74/ 30,00 YTL)
- Menenjit aşısı (Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Sağlık Denetleme Md/ Ücretsiz / Tel: 212. 465 54 63- Dikkat: Sadece P.tesi ve Cuma günleri, o gün aşı açıldı ise, yapılıyor. Gitmeden aramak lazım.)
- Gözlük operasyonu


Aşılarım da tam artık. Beğenmeyen taş olur!

15 Haziran, 2006

utanç tablosu

Ve şimdi de Pansiyon toplanıyor...

Utanç tablosu! Tam 45 çift ayakkabım varmış. Hayatımın muhtemelen en önemli döneminden işte elde kalanlar! Bakın ve feyz alın arkadaşlar. Günde 8 diyorlar, külliyen yalan, bilmem kaç saati işte bunlara sahip olmak için harcıyoruz.

Bu sefer son! Yol için de bi bot, bi sandalet alayım, tamam:) Bundan sonraki 5 yıl, ayakkabı aldığımı gören olursa, vursun beni! Vallahi bitti.

14 Haziran, 2006

geri sayım başladı

Kimileri ruhunu aramak diyor, kimileri kendini bulmak. Ben kendimi yeniden yaratmak istiyorum. Gereksiz anlamlar mı yükledim bu yolculuğa? Ondan mı ezildim, altında kaldım, ne yapacağımı karıştırdım günlerdir?

Ne demişti şair?:
Ardını getirir bu latifenin,
Senin güzel insanların hep beraber...


Bugün çok güzel şeyler oldu; güzel insanlarım sağolsun!..

- Cuma günü, vizemi 2 hafta sonra alabileceğimi söyleyip bol miktarda gözyaşı akıtmama sebep olan konsolosluk görevlisi bi güzellik yapmış. Pasaportum bugün elime ulaştı.

- Cüneyt aradı; yoldaşlık yaptı.
Hikayemiz kısaca şu. Gülin'den dünya seyahatine hazırlanan bir kişi olduğunu öğrendim. Hemen bir mesaj attım: "He de, en yakın arkadaşın olayım". Akıllı çocukmuş, anladı tehlikeyi. He demedi, rotasını değiştirdi:) Şimdi ben batıya, o doğuya yolcu... Dünya yuvarlak mıymış, göreceğiz bakalım.

- Yazdığı ilk yorumla pansiyon alemlerine hoşgelmiş olan Barış'ı aradım. Yine bir pozitiflik, bir enerji patlaması. Kendime geldim coşkusuyla. (Cüneyt! Barış operasyonu tamamdır. Sen haftaya gelince, "votka, rakı ve şarap" olayı irdelenecek:)

- Sonra Atlanda'dan Hafiye yetişti imdadıma. Çok hırpalandı vee... günlerdir beni geren bilet meselesine, inanılmaz bir destek ile, süper bir çözüm üretti. Round the world ticket halt etmiş, benim Delta Buddy Pass'im yanında:)

- Toronto'dan Olcay mesaj attı; geliyor musun diye? (Geliyorum Olc, 3 hafta kaldı! Söyle sana sucuk mu getireyim, rakı mı, çay mı, kebap mı?:)

- Paris'ten İlker mesaj attı; gelişmelerden haberdar et, belki ben de yanına gelirim diye (Gel şekerim gel; "Bas bas paraları Leyla'ya... Bi daha mı gelicez dünyaya". Yani.)

- Kanada'dan sonraki ilk haftama ablam yetişti. Bir aksilik olmazsa Jamaika'da buluşacağız Temmuz'un son haftası (Miami'den Eda'da katılırsa olaya, işte o zaman "Jamaica'da bir bayram havası"...)

- DC'den Oguz yardıma koştu; büyük alışveriş ustalığı ile denk getirdi yine, yarı fiyatına IPOD ve laptop alıyor bana (Ahh Oğuz'um ahh, bitmedi çilen!)

- DC'den Ruşen'de yaptı bir büyüklük; kendi ağırlığındaki bavulu az geldi, atacak benim aletleri de içine.

Gelince Tr'ye Rush ve Hafiye... Bodrum'a bir kiiii... Bodrum'a bir kiiii... Ben Bodrum'la helalleşmeden ülkeyi filan terketmem. Yonç da gelir mi ki?

Bu arada ev yakında patlayacak sanırım. Durduğu yerde her gün bir şey bozuluyor. Korkarım Hafiye'ye bir enkaz bırakacağım. Mühendis arkadaşlardan çalmayan zilim, bozulan televizyonum... marangozluk işlerinden anlayan arkadaşlardan da kırılan koltuğum ve çekmecem konusunda acil yardım bekliyorum. Ben fena alıştım bu imece yönteme:)




Gezi yazısı umuduyla buraya düşen okura not:
Para mı verdin be kardeşim, söylenme işte. Bir gün gezileri de yazarız inşallah. Bi dur, bi sabret!

13 Haziran, 2006

language exchange

Böyle bir sistem varmış. Dün gece keşfettim. Gezenti insanlar gittikleri yerlerde yöre halkıyla bu şekilde paslaşıyorlar. "Benim dilime karşılık senin dilin" olayı.

Önümüzdeki 3 hafta içinde başıma bir iş gelirse şu saat TR'de tatil yapmakta olan 22'lik Meksika gençliği Aaoron'dan...
Toronto'da başıma bir iş gelirse 31'lik S'den (niyeyse mesajında isim vermemiş, ama 31, male demiş)...
Lima'da başıma bir iş gelirse halk okulu öğretmeni Julio'dan biliniz!

Biliniz ki language exchange denen şey bir kandırmacaymış ve 32'lik Ö. pek parlak bulduğu bu fikrin kurbanı olmuş.

Yok eğer bu sistem gerçekten işliyorsa kursa gitmeden İspanyolca öğreneceğim. Peru'da public school veletlerine "Türkiye'den abla geldi" muhabbeti çevireceğim. Lokal halk ile acısız bir yolla kaynaşmış olacağım.

Merakla bekliyorum.

07 Haziran, 2006

koşulsuz sevgi

Ardımda çok sevdiğim insanları bırakacağım. Ondan mı hüzünler içindeyim? Ondan mı gurbette gibiyim günlerdir. Bugün yıllardır kendime saklayarak sevdiğim çok özel bir insandan bahsedesim var.

Lise 1’in yazında iki arkadaşım ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın Karacaeli’ndeki gençlik kampına gittim. Alerjim olduğu için her hafta 2 ayrı aşı olmam gerekiyor o yıllarda. Haliyle yanımda aşılar da var. Kampa girer girmez telaşla, yolda buzları eriyen aşılarım için buzdolabı arayışına giriştim. Kara mı kara, kel mi kel, huzurlu mu huzurlu bir adam geldi yanıma; önce sakinleştirdi beni, sonra birlikte gidip mutfak dolabına aşılarımı koyduk.

Ertesi gün fena hastalandım. Herkes denizde yüzerken ben odada aksıra öksüre yatıyorum. O kara adam elinde “çatı” ile çıka geldi. (Çatı, kampın çok yakınındaki bir pastanenin spesiyali idi). Dakikalarca benimle ilgilendi, sohbet etti, yalnız bırakmadı odada. Sonraki günlerde kara adam nerede, ben orada. Sabahları kara adam önderliğinde müzik dersleri alıyoruz, Yeni Türkü’nün tüm şarkılarını o kampta ezberledim. Öğlenleri kara adam yüzme çalıştırıyor, yüzüyoruz. Kampın son gecesi yapılan geleneksel gösteri gecesinde solo şarkı söyleyecekler listesine seçildiğim için, öğleden sonraları kara adam gitar çalıyor, ben söylüyorum, birlikte çalışıyoruz. Her akşam kara adama baskı yapıyorum tüm şımarıklığım ile. Hiç kırmıyor, kızlardan topladığım paralar cepte, birlikte tüm kampa çatı ya da köfte ekmek almaya gidiyoruz (hoca gözetimi olmadan kamptan çıkmak yasaktı). Yol boyu konuşuyoruz. O kara adam Orhan amcam oldu sonra. Ben de onun can kızı.

Ergenlik buhranları içinde sevgiye hasret biriydim. Orhan amcam karda çıkan güneş, çöle düşen yağmur. Bu yalnızlık yüzyılında soyu tükenmiş bir canlı. Onu sevmemek inanın mümkün değildi. Ne benim için, ne onu tanıyacak herhangi bir insanevladı için. Binlerce insan tanıdım şu yaşıma dek. Onun kadar iyi bir insan ile henüz karşılaşmadım.

Tüm lise boyunca sürdü kampçılık. Orhan amca nerede, ben orada yine. 17 yıldır tanıyorum onu. Beraber geçirdiğimiz gün sayısı kamplarda 30, yıllar içindeki İstanbul gezilerini de katalım hadi, 40’ı geçmez. Ama ben en çok mektubu ona yazdım, en çok mektubu Orhan amcamdan aldım. “Göz yaşı kirpiğinde küçüğüm” yazardı Orhan amcam bana. “Can kızım”, “can küçüğüm” diye severdi beni. Benim gençlik kahramanım Orhan amcamdı. Ona güzel mektuplar yazabilmek için her gün bir kitap okurdum. Onun sevgisini haketmek için daha iyi bir insan olmaya çalışırdım.

Kimse koşulsuz sevmedi beni. Bir tek Orhan amcam.
İşin güzeli, sadece beni böyle sevmedi, tüm insanlığı böyle sevdi o. Olabileceği binlerce şey varken, fakir bir Anadolu kasabasında öğretmen olmayı seçti. Tanıdığı her çocuğu, hiç üşenmeden, hiç söylenmeden, hiç ama hiç “hayır” demeden, dünya daha güzel bir yer olsun diye aynı coşku ile kolladı, korudu, bağrına bastı.

Orhan amcam bypass ameliyatı geçirmiş (Kimselere söylemeden... Çocukları bile 3 gün sonra öğrenmiş. Üzülmesinler, endişe etmesinler diye).

Onsuz bir dünyayı düşünmek istemiyorum!

04 Haziran, 2006

dalgalandım da duruldum

Aşılarımı yaptırmaya başladım (Güney Amerika için yapılması önerilen aşılar: Hepatit A ve B, menenjit, sarı humma, tifo. Sarı Humma aşısı Hudutlar ve Sahiller Umum Müdürlüğü'nde yapılıyor. Tifo aşısı yurdumda yapılmıyor.). Bir takım muayenelerden geçtim. Gözlük sipariş ettim. Gezginleri kıstırmaya ve bilgi almaya devam ettim (Resmini gördüğünüz kişi Barış olur. Hani geçen hafta dünya seyahatini tamamlayıp TR'ye dönen gezgin. Pansiyon'dan geçmeden dünyanın kaç bucak olduğunu görmüş sayılmazdı, di mi?). Kanada konsolosluğuna vize için başvurdum. Alacaklar ve yapacaklar listemi büyüttüm de büyüttüm. Bir sürü eski ve yeni arkadaşla görüştüm. Rotamı belirlemeye, gidilecek ülkelerin mevsimsel durumlarını tespit etmeye çalıştım. Detaylarda kayboldum. Yoruldum ve yoruldum.

Son durumu açıklıyorum. Temmuz başı/ortası gibi Olc'un yanına Kanada/Toronto'ya gidiyorum. Orada 2 hafta kadar kalmayı planlıyorum. Festival zamanıymış Montreal'in. O yüzden Montreal'e de geçeyim diyorum birkaç günlüğüne. Alaska'dan vazgeçececeğim sanırım. Kanada bile beni nihai rotadan bayağı uzaklaştırmış ve masraflarımı çok arttırmış olacak. Buna bir de Alaska eklersem fakir bitli turist formatına yeni bir boyut getirmiş olacağım:)

Ağustos başında Ekvator'a geçmeyi ve orada İspanyol'ca öğrenmek için 1 ay kadar kalmayı planlıyorum. Mevsimsel faktörleri düşünerek önce kuzeyden güneye doğru Güney Amerika'da (Kolombiya, belki Venezualla, Peru, Bolivya, Brezilya, Arjantin, Şili'de) takılacağım. Buenos Aires'te stüdyo kiralamak ve biraz yerleşik düzene geçmek de düşünülebilir (Böylece BA'da da bi ÖzlemPansiyon açmış ve gelen misafirleri ağırlamış olurum!). Sonra da Meksika, tropikal yağmurlarından kurtulan orta Amerika (Guatemala, Costa Rica) ve belki 1-2 Karayip adası.
Bu dar zamanda ismi geçen tüm ülkelerde koşturmadan gezmeyi nasıl başaracağım benim de henüz bilmedim şey. Belki hiç kasmam skor yapmaya, sevdiğim yere konuçlanır, oranın köylüsü olurum. Orada paşa gönlüm ne derse, o olacak!

Tüm bunlar ile uğraşırken yazmak da kolay değil. Dalgalandım önce, şimdi duruldum. Zamanımın gelmesini bekliyorum.