31 Ekim, 2007

ürdün'den bölük pörçük

Nisan ayında gittiğim İran hayatıma sadece şiiri katmadı yeniden. Harika insanlar da kattı. Ellisine gelince yaşamın bittiğine inanan 74 model Pansiyon yeni dostlarından her yaşın ayrı bir güzelliği olması üstüne, dostluk üstüne, derinlere dalmak, paylaşmak, dayanışmak, bazen aşkla, bazen inançla dolmak üstüne çok şey öğrendi ve onları çok sevdi.

İran grubu her biri şahsına münhasır yeni harika insanlarla büyüdü. 29 Ekim’i fırsat bildik, Fest Travel’dan destek istedik, dünya harikalarının izini sürmeye 15 kişilik grubumuzla Ürdün’e gittik.


Sadece 3 günümüz ve görülesi çok yerimiz vardı. Sabaha karşı Ölüdeniz’deki otelimize vardık. Ortaokul yıllarından ismi hafızama kazınmış olan Lut Golu (Ölüdeniz) dünyanın en alçak ve en tuzlu gölü. Ziyaret ettiğim dunyanin 'en'leri listesine bir yenisi daha böylece eklendi. Tabii ki gerekli tüm şebelek şeyler yapıldı. Tuzun yoğunluğu nedeniyle kaldırma kuvveti şaşılası derece büyük olan suya batma denemeleri, Kleopatra'nın kozmetik dünyasına kazandırdığı ve gölün içinden avuçlamak suretiyle çıkarılan çamuru sürerek "cildimi ne gaddar şahane yumuşattı di mi?" muhabbetleri, bir el mesafesindeki Batı Şeria'ya "kaç saatte yüzerim abii?" hesaplamaları...


Lut Gölü'nden sonra rotamızı karayoluyla 3-3,5 saat uzaklıktaki Petra'ya çevirdik. Petra, uzun süre saklı kalmış "Gül Şehri". Indiana Jones serisinin birinden hafızama kazınmış, mutlaka bir ara görülecek listesine alınmış, dünyanın yeni 7 harikasından biri.

Zaten biliyordum, tekrar hatırladım ki bir mekanı sevmem için güzelliği, tarihi dokusu, allanıp pullanmış hikayesi filan yetmiyor. Benim mutlaka orada bir deneyim yaşamam gerekiyor. Aşağıda gördüğünüz resimlerin bir kısmı devenin, bir kısmı da eşeğin üstünde çekildi:) Petra'dan bende kalan bir iz varsa bu da hayvanlar alemi sayesindedir.

El kadar eşeğin sırtında 900'e yakın basamak çıktım, dağın tepesindeki Manastır'a ulaştım (Göz kırparak hala 2 karılık kontenjanı olduğunu söyleyen ve Petra içindeki mağarada yaşamını sürdüren eşekcimin verdiği bilgiye kadar 250 kg'ya kadar yük taşıyormuş bu hayvancağız). Eşeğimle Petra'da mutluluğu yakaladım yani. Hem Oğuz'un söylediği gibi o merdivenleri yürüyerek tırmanmak için gerçekten cimri olmak gerekiyor!:)


Petra'nın mağara erkeklerinin çoğu sürmeli. Zeytin zeytin gözleri ile 'yerinde' bakılırsa oldukça da çekici. Aramızda konuşmadık değil; bunları alsak, yıkasak paklasak... "Çiçek dalında güzeldir"e bağladık tartışmayı.

Italyan bir kadınla tanıştık. Uzun saç-sürme göz-mağara ve eşek sahibi kocasıyla gül gibi geçiniyordu boncuk satarak. Ardımızdan arya söyledi. Güzeldi. Mutlandırıyor insanı böyle hikayeler. Başka hayatları görmek, istersen bu bambaşka hayatın bir parçası olabileceğini düşünmek... Dünyada hala tüketilmemiş seyler var.

Son günümüzde Lawrence of Arabia filminin çekildiği Wadi Rum'da jip safari yaptık. Planda yoktu ama Ürdün'ün Kızıldeniz kıyısındaki sahil şehri Aqaba'ya gittik. Sharm'dan yeni dönmüş bir insan olarak karşılaştırma yapmam gerekirse Sharm balık çeşitliliği açısından çok daha zengin. Ama Aqaba'nın mercanları da estetik açıdan Sharm'ı döver.

Araya zaman girdi ve duygumu kaybettim işte. Ortada da bu uyduruk yazı kaldı. Şimdi gözüm Kurban Bayramı tatilinde. Nereye gitmeli? Nereye gitmeli???

5 yorum:

Yesim Arpat dedi ki...

Hakkaten bölük pörçük olmuş Özlem.
Kır poponu da biraz hikayelendir, ballandır.
Üşeniyorsan konuş. Videoya çekelim. Youtube'da yayınlarsın.
Hehe.

varol döken dedi ki...

jordan adı bana her zaman gizemli gelmiştir ama ürdün'ün kendisi değil... ebru, banu, sibel isimleri nasıl fonetik olarak bana aynı kişiyi çağrıştırıyorsa, tunus, fas, ürdün de bana aynı yermiş gibi geliyor... bunların arasında da bir tek fas orijinal geliyor... petra harabelerini ben zaten indiana jones seti zannediyordum, gerçek miymiş, alla alla? lut gölünü de şiir içinde kullanmayı severim, daha derinine gitmem:

yürüdüm geldim sana lut üzerinde
ne güzel olur salça but üzerinde

sanırım benim doğu ile ilgili kişisel problemlerim var, yani buradan daha doğusunu düşünemedim hiçbir zaman... çocukken çok mu chopin dinlettiler acaba bana ne? bilemiyorum ama bu yüzden de bu iran, mısır, ürdün hikayelerini böyle açlıkla okuyamıyorum... şili seviyorum ben, geçer mi bu duraktan şili/mecidiyeköy otobüsü?

nereye gidelim sorusuna gelince... ayıp denen bir şey var, sürekli ben gideyim, sürekli ben göreyim olmaz... bence özlem artık göreceği kadar görmüş, misyonunu doldurmuş, bundan sonraki kuşaklara tacını devretmelidir... o yüzden sorulacak soru nereye gitmeli değil, kimi nereye götürmeli olmalı? diğerlerine değil ama buna verecek cevabım var, özlem beni conch y toro'ya götür, özlem şili'ye otobüs kaldır...

ama yok illa da ben, önce de ben dersen, izlanda'ya ringa balığı avlamaya git... teknede de şu şarkıyı söyle:

ben bir ringa balığıyım
izlanda yurdunda
ne sen bunun farkındasın
ne gustavsson farkında

:)

Herbert dedi ki...

bunu ne kadar yıkasan paklasan bişey olmaz bence, sürmesi falan da akar iyice şebek olur. zevk meselesi ama tabi.

OzlemPansiyon dedi ki...

hafiyecan, su kamera isini yapalim ya.. konusurken (el, kol, mimik, ballandirma, şen nodüllü kahkalar) yazmaktan daha basarili olacagim kesin.

varol'cum, fas'a yolcuyum bu bayram. sili'ye de kaldiririz otobusu. ayip ediyorsun. yeter ki sen mediacat meshuru poponu kaldirmaya niyetlen yerinden:)

herbert, cazibe enteresan bir sey. cogunlukla guzellikle ilgisi yok ve fotografa yansitmasi kolay degil. medeniyet erkekleri bozuyor bence. sen şu dünya görmüş pansiyonun zevkine güven:)

varol döken dedi ki...

benim popom hareketli zaten bugünlerde, gerekli parayi toparlamakla meşgul ama her zaman olduğu gibi para var vakit yok, vakit var para yok dilemmaları başımda:) fas'a bedeviler gitsin ya, ben pet shop boys hayranı bir insanım:

go westttt:)