06 Ocak, 2008

pansiyon aşıkları

Pansiyon fabrika gibi aşık üretiyor. Cuma gecesi kına gecesi de gördü. Yakında Telli Mama olarak adım çıkacak:)

Pansiyon'a taşınmak bir dönemin başlangıcıydı benim için. Sanıyorum çevremdeki insanları da en az beni olduğu kadar etkiledi. Önce Y'li dönemini yaşadı Pansiyon. Cuma akşamdan bohçasını alır gelirdi Y. Sabahlara kadar alemlediğimiz son gençlik çırpınışları... Pazar gece dönerdi evine. Boşluğu kalırdı. Bencildi, şımarıktı, "bana hep bana" idi, renkliydi. Çok dostum oldu ama hiç kimseyi Y'yi sevdiğim gibi bir sempati ile sevmedim. Y dönemi kocaya kaçmasıyla bitti. Kalbim kırık kendimi yollara vurdum. Onsuz bir hayat yeterince eğlenceli değildi.

Sonra A. dönemi başladı Pansiyon'un. Başta sadece ortak arkadaşları olan ve birbirini çok az tanıyan insanlar idik. Yurtdışında yaşamasına rağmen bir ayağı sürekli Pansiyon'da olan A. ile dostluk, bu ziyaretler sırasında gelişti. Ben neysem o tam zıddı gibi duruyordu. Ben uçarı, onun ayakları düz taban kadar yerle temasta. Ben çaktırmayan bir romantik, o kimliği tamamiyle ortada gerçek bir pragmatik. Ben ultra dokunmatik, o ihtiyaç anında kafaya maksimum 'pat pat'. Ben oryantalist, o bayağı Amerikalı. Ben rüzgarını bekleyen yelkenli, o motorlu gemi (Gittiği yere kendiyle onlarca kişiyi de sürüklemiş). Ben 'bir ağaç gibi tek ve hür', o 'bir orman gibi kardeşçesine'... Çabamız ortaktı ama. Hayata tutunma mücadelemiz, dert edindiklerimiz, vefamız ve sevgimiz...

Damla damla sızdı, santim santim yer etti hayatımda. Sabırla. Kapıdan kovaladım, "Biliyorum. sen de istiyorsun" diyerek bacadan girdi. İstiyordum gerçekten. Nereden bildi? Hayatta hiç kimsenin göstermediği emeği harcadı bana. Analiz felci kişiliği ile beni tanımaya, anlamaya çalıştı, bulduğu şeyi sevdi ve sahiplendi. Kimsenin şımartmadığı kadar şımarttı beni.

Dostluklarda sevgi kadar rekabet de oluyor maalesef. Bu rekabet duygusu bizi farketmeden yarışlara sokuyor, bazen kıskançlık doğuruyor. Bizimkisi rekabetsiz, kıskançlığın olmadığı bir dostluk. Çok güçlü bir kadın o. Yine de ona bakınca için şefkat doluyor. Bugün sahip olduğu mutluluğu alın teriyle, sabırla, yetenekleriyle, zekasıyla, fazlasıyla hak ederek elde ettiğini bilecek kadar tanıdım onu. Kendisi için istediği her güzel şeyi benim için de samimiyetle dilediğine inanacak kadar güvendim.

İsteyerek becermesem de bir şekil vesile olduğum A-B ilişkisi, dün gece düğün dernek resmiyet kazandı. Ben de şahitlik ettim bu sevgiye ve birbirlerine iyi/kötü gün için verdikleri söze. Bir Pansiyon çifti daha evliliğe adım atmış oldu. A'ya göre "double income olur, ev alınır, çoluk çocuk yapılır, evlilik iyi bi şey". Böyle bakınca evlilik fena bir fikre benzemiyor gerçekten:) Çok dostum oldu benim. Ama A. ile yaşadığım şey tam onun tarzı, 'kardeşçe'. Geçmişimiz uzun değil ama geleceğimizin olmasına kararım kesin. Özlem'siz bir evlilik hayatını aklınızdan bile geçirmeyin:)

Gelelim Damat Bey'e. Uzun zaman B'nin nerede olduğunu merak edenlere sonunda zevkle gerçeği açıklıyorum. B. artık dünyaevinde!:) Kendisini tanıdığımda dünya seyahati yapan, paraşütle filan atlayan seksi bir gezgin gibi görünüyordu. Türkiye'ye döner dönmez yakasına yapıştım. Pansiyon'dan geçmeyen dünyanın kaç bucak olduğunu anlamaz dedim. Hakikaten gidilesi bucakları burada tamamladı:) Sandığımız şey (genç kızların sevgilisi, özgür ruh, vahşi cazibe!) olmadığı tez zamanda ortaya çıktı. Evcimen, hafif şapşi, mülayim bi çocuk. Ama dünya tatlısı. Bu kadar mı huzur verir bir insan, bu kadar mı kavgasız, barışık, yumuşak, sevilesi olur? Önce ben tanımış gibi görünsem de bakmayın, B'yi bana kazandıran kişidir A. Yoksa o çoktan benim keskin dilimden topuklayıp kaçar, ben onu çoktan 'sıkıcı'lar sınıfına koyup uzardım. Bazı ilişkilerin zamana ihtiyacı var. Bizim zamanımız A. sayesinde Pansiyon'da tamamlandı. Benim için çok önemli bir dostum daha oldu.

Pansiyon aşıklarıyız biz. Mutlu bir aileyiz. Ağaç gibi hür, orman gibi kardeşiz.
Bu ailede kim kime daha çok aşık belirsiz:)

03 Ocak, 2008

çıldır gölü'nde bir yılbaşı gecesi

(2008'e girerken)

Yılın son günü, geceden vardığımız Çıldır Gölü’ndeki misafirhanede gözlerimizi beyaza açıyoruz. Her yer alabildiğine beyaz. Göl gerçekten de donmuş! Manzara kar, kar, kar...


Global ısınma etkisiyle mevsim normallerinin üstünde olan sıcaklık (geceleri yaklaşık -25 derece!) yüzünden göldeki buz kalınlığını ancak 30-40 cm’miş bu yıl. Bu kalınlığın besili şehirli bedenlerimizi taşıyacağını umarak donmuş gölde balık tutma fantazisini gerçekleştirmek üzere kendimizi göle atıyoruz. Gerçekten de birileri buzları kazmayla kırıyor, ağlarla balık tutuluyor. Çıldır Gölü donmadan önce ağlarını göle bırakan köylüler, daha sonra ağları çıkarmak için kazma, kürek veya motorlu testereyle buzu keserek ağları çekiyorlarmış. Ağa takılan balıkları toplandıktan sonra ağlar yeniden göle bırakılıyor.


Hava o kadar o kadar soğuk ki, dönüş yolunda atların üzerine atılan battaniyeyi kendi üzerimize kızak ile otele dönüyoruz.

Yılın son günü... Anlamadan geçti bu yıl. Çok şey oldu ve hiçbir şey olmadı. Yaşın kaç diye soranlara “en seksi yaştayım” esprisi de yapılamayacak artık; 34'e üç kaldı. 2006’da hayatımdaki tüm taşları yerinden oynatmış, kendimi yollara vurmuştum. 2007 ise taşları yeniden oturtmaya, yeni bir düzen kurmaya çalışarak geçti. İşte hayatımın özeti: Yap-boz-bi daha yap! Devinime ihtiyaç duyuyorum, bununla besleniyorum demek ki. Her sabahın bir gecesi olmalı. Her baharın bir kışı. Nasılsa yeniden doğar güneş. Nasılsa yeniden açar çiçekler... Yaşadığımı ancak böyle anlıyorum.

Yıl kapanışı hesaplaşmalarına girişemeyecek kadar meşguldum 31 Aralık’ta. Yılbaşı kutlamamız erken başladı. Bir grup şarap içip bezik oynarken otelde, bir grup çoktan yılbaşı yemeğinin yeneceği Atalay’ın Yeri’ne doğru göl üstünde yürüyüşe başlamıştı. Tahmin edilebileceği üzere ben bezik/şarap grubuyla takılıp restorana araba ile gittim:)

Atalay Bey’in küçük, salaş, sevimli ve samimi restoranında grubumuza kurulan masa mekanı bir boydan bir boya kaplamış. Çocukluk hatıralarımı canlandıran küçük bir soba mekanı ısıtırken, tavanda balonlar... duvarda Uğur Yücel, Kenan İmirzalıoğlu gibi sanatçıların mekanda çekilmiş fotoğrafları... Restoranın arka tarafındaki küçük bölümde diğer misafirler rakıya, muhabbete ve türkülere başlamış bile. Duygu dolu bir ses Âşık Tüccari'den, Âşık Şenlik’ten türküler söylüyor. Kapıyorum Arif ve saz çalan arkadaşını kolundan, bizim bölüme götürüyorum. Bizim ruhlarımızın da biraz türküye ihtiyacı var!

Dü çeşmim kan ağlamaktan gözlerim yaş incidir / Kadir kıymet bilmeyenler yaren yoldaş incidir / Dinle sözüm al nasihat konuşma cahil inen / Cahil de bir kem söz var ki değse bir baş incidir

Akşamın ilerleyen dakikalarında gözlerim doluyor derinleşen muhabbetten. Atalay Bey yanıma yaklaşıyor, "gittiğin yerden geri dön" diyor. Nereye gittim bilmiyorum, ama duygulu topraklardayım. Modern hayat en çok da ruhlarımızı felç ediyor galiba. Koşunca duygu eksik kalıyor. Birkaç saat içinde bir sürü anı birikti bile. Sanıyorum gece yarısı gelmek üzere. Saat sadece 19:30'muş.

An geliyor, restoranın arka bölmesindeki diğer misafirler de bize katılıyor. Önce 70 yaşlarındaki emekli Yılmaz Öğretmen ve arkadaşları... Ardından yakındaki ilköğretim okulunun 2 genç öğretmeni. Belli ki okullarından yeni mezun olmuşlar. İdealist ve temiz gözlerle bakıyorlar bize. Burada öğretmenlik yapmayı isteyerek gelmişler. Okulun 91 öğrencisinin hayatlarında bir fark yaratma şansları var. Onların kocaman dünyası yanında benim dünyam küçücük. Bakarsınız an gelir, Pansiyon kendini Anadolu'nun bir köyünde buluverir. Hikayemin sonunu ben bile merak ediyorum bazen.

Dışarıya göle çıkıyoruz. Atalay Bey buzun üzerinde ateş yaktırmış. "Rakı şişesinde balık olsam" dizesi böyle bir andan sonra yazılmış olmalı. Diğer adıyla Kükreyen Göl'de "bakalım kim kükrüyormuş?" diyerek karanlığa yürüyorum. Doğa vahşi. Gıcırdayan buzların sesine, kurtların ulumaları eşlik ediyor (Ya da ben hayal kuruyorum, gaipten sesler duyuyorum! :))Gün boyu arabayla geçtiğimiz yollarda 3-5 tilki görmüştük.

Yeni yıla girmek üzere otelimize dönüyoruz. Ekibimiz ilginç karakterlerle dolu. Akademisyenler, gazeteciler, sanat okuyan gençler vs... En düz karakter ben gibi duruyorum. Böyle bir ekip ile mantık yürütme oyunu oynadığınızı düşünün. Bir önceki gece ebe olmak suretiyle başka bir oyuna bulaşmışlığım ve boyumun ölçüsünü almışlığım vardı aslında:) Doymamışım belli ki. Yeni yıla dakikalar var, başladık başka bir oyuna. Oyunun tek numarası doğru yanıtları sıralamada bir sonraki kişinin vermesi. Yani ebe bana soru sorduğunda, aslında ben bir önceki kişiye sorduğu sorunun yanıtını veriyor olmalıyım. İlk turda uyukluyorum, sıranın bana geldiğini bile anlayamadım bile. Şopararak ve kopya alarak savdım sırayı. Tabii, ekip sol omzuma bir çentik atıverdi hemen. İkinci tur dönerken sıra bana geldi yine. Bir önceki turun acısı, pür dikkat dinlemişim. Yanıtı kendimden %100 emin hemen verdim. Zırt tokai! Doğru yanıtı verdiğimi biliyorum ama grup benimle hemfikir değil. Artık hem şaşkın hem de inatçı olduğumu düşünen grup iyice sinirlendi. Bildiğim 7 milyar insan üstüme gelse, doğru doğrudur:)

Zekamdan şüpheli insanlara direnmeye çalışarak girdim 2008'e. "Yeni yıla nasıl girersen öyle geçer" efsanesi doğru ise eğer... bu bloga bu sene bol dram akıtacağım garanti demektir:)

Karlı Çıldır'dan kulağımda yanık türkülerle döndüm... Bir yılı da böylece kapatmış oldum.

Türkü olsam dillerde, diyar diyar dolansam...

Hepinize iyi seneler, bol gezmeler diliyorum.

02 Ocak, 2008

'çıldır'maya az kaldı, doktorum nerdee?

Kars seyahati (Aralık'07)
Hastayım. Uykusuzum. Yorgunum. Hazırlıksızım. Gel dediler, gidiyorum. Nerede kalıyoruz, ne zaman dönüyoruz, ne yapmaya gidiyoruz haberim yok. Açıkçası önemli de değil. Tek bildiğim bir ara donmuş Çıldır Gölü’nde balık tutacağımız. Benim fantazim değildi ama duydugum an sahiplendim. Bayağı ‘havalı’ bir aktiviteye benziyor şu balık tutma işi. Hem bunca sene yılbaşlarında eller havaya yaptık. Bu yıl da alternatif bir yol deneyelim. Belki makus talihimiz dönüverir, kim bilir:)


Uçaktan indiğimiz gibi rehberimiz Celil ve şoförümüz Selçuk 17 kişilik grubumuzu havaalanında alıyor ve Ermenistan sınırında yer alan Kars’a 40 km uzaklıktaki Ani Harabeleri'ne götürüyor.

Benim için adı gibi “ani” oldu bu gezi.
Sokaklara çıkmadan birkaç saat uyur, kıyafet değiştirir, -20 dereceye bedenen ve ruhen hazırlanmak için zamanım olur sanmıştım. Yanılmışım. 5 günün içinde sıcaklık Fas’ın 20 derecesinden Kars’ın -20’sine inince hasta bedenim yerlere seriliyor. Aksırıp-öksürmekten başım dönmeye başlıyor ve gözlerimden yaşlar akıyor. O kadar üşüyorum ki hani orada donarak ölüversem kurtulacağım. Ne harabe gördüğüm var, ne rehberin sesini duyduğum. Zaten yüzüm şişti, gözler iyice küçüldü.

Yavaşlayan beyin fonksiyonlarımın arada yollayabildiği sinyal “Canını seviyorsan kaç”. İlk uçağa atlayıp dönmekten başka bir isteğim yok.


Enerjik grup kalıntılar arasında yürüyor. Ben şoförü kafaladım, harabeyi minübüsle geziyorum. Ermenistan nehirin karşı kıyısı. Türkiye ile sınır kapısı bulunmayan ve vizesi burada alınamayan Ermenistan’a bir ara gitmeye karar verirsem Gürcistan filan kasmak super anlamsız diye düşünüyorum. Yapmam gereken tek şey yürüyerek dereyi geçmek. Gelecek planları yapabiliyorsam hala, demek ki ölmeye o kadar da yakın değilim. Akşam şehre dönünce ilk yaptığım şey kendime bir saloped almak. Kırmızı pantolonla Apikoğlu salamı oldum, ama Allah’ıma bin şükür, yaşayacağım.

Akşam Kars’ın merkezindeki Ocakbaşı’nda kaz yiyoruz. Kars’ta kaz yenirmiş. Bayıldım diyemeyeceğim fırında kaza, maksat gelenek bozulmasın. Restorandan sonra barvari bir mekanda çay içelim diyoruz. Ekip gençlerle kaynaştı, tam bölge danslarını kapacağız jandarma baskına geliyor.


Buralara kadar gelip İshak Paşa Sarayı görülmezse yazık olurmuş. Günün 7 saati yolda geçecek demek. Oysa ben içten içe şömine önünde kedi gibi yuvarlanmayı hayal etmişim. Elveda “şömine önündeki kıvrılan kediyim” hayallerim. Zaten hangi şömine? Sanki Uludağ’dayız. Böylece gezinin 2. günü Doğubayazıt’a doğru yola koyuluyoruz. Soğukta mikrobun barınamadığı doğru galiba. Önceki güne göre kesinlikle çok daha iyiyim. Iğdır’dan, Ağrı Dağı eteklerinden geçiyoruz. Hava sisli, Ağrı Dağı nazlı. Bir türlü zirvesini göstermiyor bize. Yeniden buralara dönebilmek için güzel bir neden bulduk diyoruz, takılmıyoruz sise.