29 Nisan, 2010

bekle bizi ankara

Sonra söylemedi demeyin; 2. Özlem-Pansiyoncular Buluşması 8-9 Mayıs'ta bu sefer Ankara'da!!

7 Mayıs akşamı TCDD'nin kara trenlerinden birine atlıyoruz İstanbul'dan, yoldan gençleri toplaya toplaya Ankara'ya gidiyoruz.

Haydi gençler ve her zaman genç kalanlar!!
'Ankara Ankara olalı, böyle enerji görmedi' desinler ardımızdan:) Rehavetinizi, 'kimseyi de tanımıyorum ki' endişelerinizi, birbirinin aynısı olan günlerinizi ardınızda bırakıp da gelin. Müzik aletlerinizi ve neşenizi kapıp da gelin. Hikayeler yaratmak için gelin.

Siz gelirseniz, her şey daha da güzel olur.

23 Nisan, 2010

23 nisan piyangosu goes to...

Birkaç saat içinde, yani 07:00 uçağı ile Şam-Suriye'ye gidiyorum. Ben yollarda eylerken ardımda mutlu bir genç bırakmak istiyorum. O yüzden gece açıklamayı planladığım haberi biraz öne alıyorum.

Şam'daki kayısıdan beni daha fazla heyecanlandıran bir şey oldu bugün. Genç Gezginler Seyahat Bursu'nun artık yeni bir bursiyeri var: Hande Şener !!!

Handecim... Evet, bazen hayatta güzel sürprizler olur. Bundan sonraki tüm 23 Nisan'larda bugünkü şaşkınlığını ve mutluluğunu hatırla!

Bu bursa olanak sağlayan, birlikte nice coğrafyadan geçtiğim (İran, Ürdün, Kars-Çıldır, Mardin-Hasankeyf, Venedik gibi gibi), nice sohbeti paylaştığım, nice şarabı içtiğim, nice eğlendiğim, nice şey öğrendiğim... çok ama çok sevdiğim yol arkadaşlarıma (Basir Sevinç, Prof Dr Huri Özdoğan, Prof Dr Jale Yazıcı ve Prof Dr Olcay Yazıcı / Öz Hakiki JaBaTur'un bavulu her daim hazır gezginleri, Sinedel'in en deli üyeleri:)), öncelikle yarın kendileri gibi çok değerli bir doktor olmasını umduğum Hande adına, sonra da beni tanıştığımız ilk günden beri kucakladıkları için... hayatıma kattıkları anılar, sorular, cevaplar ve gülüşler için... teşekkür ederim (Tabii onlar blogumu okumadıklarından ne kendilerini ifşa ettiğimi bilecek, ne onlara yazdığım destanları görecek:).

Not: Havuzumuzda yedek bursiyerler için ayrıca paralar birikmeye devam ediyor!! Anadolu Üniversitesi'nden bir öğrenci var ki, beni benden aldı. Çok yakında Eskişehir'i yeniden, bu kez onun için ziyaret edip, detaylı yazacağım. Herkesin bayramını kutlarım. Yaşasın içimizdeki hiç büyümeyen çocuk:P

22 Nisan, 2010

bi daha mı gelicez dünyaya?

Ocak ayında ODTÜ'den 4 arkadaşla yaptığımız ilginç yazışmayı "bas bas paraları leyla'ya" başlığı altında yayınlamıştım hatırlarsanız. Bu sıpalar Londra'ya bir gittiler... Bekle ki söz verdikleri fotoğraf gelsin!
Neyse geç oldu, temiz oldu. Çok dikkatle bakarsanız Londra'da bir hostelde çekilen fotoğrafta; kızları, biraları ve Özlem-Pansiyon hatırasını seçebileceksiniz:)

Ekipten Uğurcan da artık bir seyahat blogu yazarı. Ben bayağı beğendim.

19 Nisan, 2010

ilk görüşte aşk: venedik


Venedik, İtalya'nın Adriyatik kıyısında yer alan ilginç ve çarpıcı bir ada şehri.

Kente, anakara ile bağlantıyı sağlayan 4 kilometre uzunluğunda bir köprüyü geçerek ya da Marco Polo Havalimanı'ndan bineceğiniz vapuretto'lar ile deniz yolculuğu yaparak ulaşabiliyorsunuz.

Venedik şehrini oluşturan 118 adacığı, 170 kanal birbirinden ayırıyor ve 400 köprü birbirine bağlıyor.

İlk kez, interrail yaptığım 1997 senesinin yazında, bir Ağustos sabahı trenle ulaştım Venedik'e. Gece boyunca uyuyabilmek için o şehirden bu şehire aktarma yapmıştım. Üzerimde günlerin yorgunluğu... Gar binasından dışarıya adımımı attığım anı çok iyi hatırlıyorum. İlk görüşte aşk! Ben Venedik'e aşık olmuştum.

Neyle karşılaşacağınıza çok da hazır değilseniz, sizi Venedik'te saracak olan duygu, bir masalın içine düştüğünüzdür. Şehrin Arnavut kaldırımlı dar sokaklarında yürümek, küçük köprülerinden geçmek, pastel rengin hakim olduğu tarihi binaların arasından gökyüzü bakmak ve tepeden sizin selamlayan güvercinlerin peşine düşerek bir meydana ulaşmak... Yazarken makulmüş gibi gelse de, yaşarken gerçek dışı bir hikayenin içine sürüklendiğiniz hissini yaşatır size.


Bu ada şehrinde kaybolmak kaçınılmazdır. Ama Venedik'te her 'kayboluş' aslında büyülü bir 'buluş' sürecine dönüşür. Masalın içinde kaybolmak, akıntıya karışarak kendi masalınıza ulaşmak istersiniz.

Romanlardan, filmlerden tanıdığınız köprüler, saraylar, meydanlar, basilica'lar hep o kayboluş anlarından sonra, beklenmedik bir şekilde karşınızda bitiverir. Büyülü anlardır o anlar. Özel bir deneyim yaşamış gibi sevinirsiniz. Küçük bir barda manzaraya karşı şarabınızı yudumlar, manzaranın güzelliğini içinize sindirmeye çalışırsınız.


1987 yılında Dünya Kültür Mirası olarak kabul edilip tamamen koruma altına alınan Venedik'i, kuş uçumu bakıldığında Ters S'ye benzeyen Canal Grande ortadan 2'ye böler (Büyük Kanal, ya da Venediklilerin dediği gibi 'Canalazzo').

15. yüzyılda Fransız yazar Philippe de Commine tarafından "Dünyanın en güzel caddesi" olarak adlandırılan ve 3800 metreden uzun olan Büyük Kanal, tren istasyonundan başlar (Stazione Ferrovia) ve Aziz Marco havzasında biter. Kanal boyunca, şehirde vaktiyle nasıl bir hayatın olduğuna dair size ipuçları veren binalar görürsünüz. Bizim yaptığımız gibi bir akşam vakti kanalı taksiyle geçerseniz kendinizi bir film karesinin içinde bulabilirsiniz.

Büyük Kanal'ın üzerinde ilk Venedik seyahatimde 3 köprü bulunuyordu (Rialto, Scalzi ve Accademia). Onlara 2 sene önce bir yenisi eklenmiş (Ponde della Constituzione).

Bu köprüler içinde en eskisi ve ünlüsü, yapımı 1591 yılında tamamlanmış olan ve yüzyıllar boyunca kanalın üzerindeki tek köprü olarak yaşayan Ponte di Rialto. Taş ve tek kemerli köprü, Venedik şehrinin de sembollerinden biri. Venedik'te her yol illa ki, Rialto ya da San Marco Meydanı'na çıkar.

Dünyanın en renkli meydanlarından biri de kuşkusuz ki San Marco. Napolyon'a göre "dünyanın en güzel salonu".


Venedik'e beni ilk aşık eden kanallar ve köprülerse de, aşkı cilalayan Piazza San Marco olmuştu vaktiyle. Meydanın hafızalarda kalan manzarası sadece sanat, tarih ve estetiğin (Dükler Sarayı, Sansoviane Kütüphanesi, St. Marco Kilisesi, Saat Kulesi, Bronz Aslan Heykeli vs) bileşkesi değildir. San Marco Meydanı denince benim aklıma en az onlar kadar güvercinler de gelir.

Yetmiş çeşit milletin, yetmiş çeşit rengini bu meydanda görmek mümkündür. Yaz aylarında meydanın etrafındaki cafe'lerin orkestraları klasik müzik çalar. Belki evliliklerinin 50. yılını kutlamak üzere şehre gelen tonton turistler bu meydanda dans eder. Ben de bir amcayla, 50 yıllık eşinden aldığım özel izinle, vals yapmıştım St Marco Meydanı'nda:)

Bu şehirde 2 çeşit Venedikli görmeniz mümkün:

- Yaşlı teyze ve amcalar; nadiren evlerinden çıkıp alışveriş yapıyorlar. Onlara ancak arka sokaklarda şanslıysanız denk geliyorsunuz. Varlıklarını alışverişe çıktıkları sabahın erken saatlerde ya da camlarının önündeki çiçekleri sularken farkedebiliyorsunuz.
- Dükkan sahipleri.
Kalan deli kalabalığı tamamen turistler oluşturuyor.

Venedik günden güne sular altında kalıyor ve yaşlı nüfusu gibi sessizce veda ediyor sanki.



Aşıklar Şehri olarak ünlenmesi boşuna değil Venedik'in. En az aşk kadar yoğun, en az aşk kadar şiirsel ve harekete geçirici, en az aşk kadar romantik ve en az aşk kadar geçicidir Venedik.


Yanınızda sevgiliniz varsa, dünyanın birbirini en çok seven aşıkları olduğunuza ve ömrü şimdiki gibi hep el ele geçireceğinize inanasınız gelir. İzlediğiniz bir filmin etkisiyle, gider Scalzi Köprüsü'nün altında sevgilinizle öpüşür ve 'sonsuza kadar aşk' yemini edebilirsiniz.





Yalnızsanız, gülünce yüzünde güneş doğan yakışıklı İtalyan'la bir gondala atlamak ve o güneşin birazının da sizin karanlık hayatınıza ışık vermesini hayallersiniz.

(Yeri gelmişken söylemeden geçemeyeceğim, toplam nüfusu 72 bin olan Venedik'te yaş ortalaması da 46. Yani hayal kurarken ve hayallere uyduğunuzu sandığınız tatil seçimleri yaparken, bilimsel gerçekliği atlamayınız:P Ortalık yakışıklı İtalyan'dan kırılıyor filan değil).




Yirmibeş yaşımda benimle konuşsanız dünyanın en güzel şehrinin Venedik olduğunu tereddütsüz söylerdim. Venedik aynı Venedik, San Marco aynı San Marco. Ama ben değişmişim. Venedik ve benim aşkımız bitmiş. Doğal olanı seviyorum ben artık; daha yalın ve gerçek olanı. Beni şefkatle sarıp sarmalayanı. Hayal gücümle, edebiyatın beynimdeki tezahürüyle sevmiyorum artık ben. Elazığ'ı Paris'e, Venedik'e tercih edebiliyorum.

'Bu fotoğraf da neyin nesi' derseniz; kişisel tarihimde yeri olan ve Venedik'le aşk yaşamama sebep (istasyonun hemen önündeki) Scalzi Köprüsü üstünde, gençliğimi selamlıyorum:)


"Dünyanın bütün şehirlerini görmüş olsanız bile, Venedik'e geldiğinizde sizi şaşırtacak bir şeyler muhakkak vardır" demiş Montesquieu, Lettres Persanes isimli kitabında.

Venedik için çok tanımlama yapılmış, dahası da yapılabilir: Aşıklar şehri, Adriyatik'in kraliçesi, rutubet ve küf kokulu kent, yüzen şehir, batan şehir, kanallar ve köprüler kenti, gondollar şehri, festivaller şehri, açık hava müzesi, sanatın doruğa ulaştığı şehir... vs.



Çok yüzlü, belki maskeleri olan bir kent Venedik. Sanata ve estetiğe hayran kalır, vıcık vıcık turistlerden ve şehrin yüzeyselliğinden bir aşamada yaka silkersiniz belki. Bahsi az geçen kötü yüzleri, yeterince allanıp pullanmış iyi yüzleri ve bıktıracak kadar fazla ziyaretçisiyle, çabuk sıkma potansiyeli olsa da; yine de özeldir, şaşırtıdır Venedik ve bence herkes bir ara bu şehirden geçmelidir.

Hayranlıkla hatırladığım şehre 13 yıl sonra Şubat ayında Venedik Karnavalı için yeniden gittim. Venedik Karnavalı'nı ayrıca yazacağım.

08 Nisan, 2010

haydi gençler kampa!

Canım arkadaşım Onur sayesinde, geçen hafta inanılmaz bir insanla tanıştım: Hülya Denizalp! Hülya Abla ile 15-20 dakikalık bir sohbet, zihnimde yepyeni kapılar açtı. Sıfatlarıma bir yenisini eklemeye beni heveslendirdi: SOSYAL GİRİŞİMCİ.

GENÇTUR’un da kurucularından olan Hülya Abla ile Genç Gezginler Seyahat Bursu ile başladı sohbet, Eğitim Her Yerde ile ilerledi.
İnsanlar;
* Okuduklarının %10’unu,
* Duyduklarının %20’sini,
* Gördüklerinin %30’unu,
* Hem görüp hem duyduklarının %50’sini,
* Görüp duyup söylediklerinin yüzde %80’ini,
* Görüp duyup söyleyip dokunduklarının %90’ını hatırlıyorlar.
SEYAHAT görerek, duyarak, söyleyerek, dokunarak… yani YAŞAYARAK ÖĞRENMEKTİR. Öğrenmek yaşamaktır!
GENÇTUR interrail biletiyle çoğumuzu tanıştıran kurum. Dünyaya açılmak için interrail dışında da fırsatlar olduğunu (uluslararası gönüllü çalışma kampları* gibi) yine GENÇTUR sayesinde öğrendik. Benim öğrencilik yıllarımda böyle fırsatlar olsaydı, bu fırsatları asla kaçırmazdım. Artık dünya bize çok daha yakın!

Özlem-Pansiyon iftiharla sunar;

GENÇTUR;
GGSB finalistlerinden 1 öğrenciye yurtiçindeki uluslararası çalışma kampı katılımı, başka 1 öğrenciye ise yurtdışındaki çalışma kampı katılımı imkanı sunacak. Bu imkandan yararlanacak olan 2 bursiyer ve kamplar Gençtur tarafından belirlenecek. Ayrıca tüm finalistlere ISIC Kartı** verilecek .

Haydi Genç Gezginler kamplara!...

Umduğumdan bile daha güzel açılımları oldu Seyahat Bursu'nun. 2010 yazında dünyanın değişik yerlerinden, değişik aktiviteler içindeki Genç Gezginler; mektupları, blog yazıları, fotoğrafları ile hayatımızı renklendirecek:)

İlerleyen günlerde bursa destek veren yeni yol aşıklarını ayrıca duyuracağım.

* Uluslararası Gönüllü Çalışma Kampları: Değişik ülke ve kültürlerden gelen kişilerin bir arada yaşayarak, toplum yararına bir işte gönüllü olarak çalıştıkları kamplardır.
** ISIC kartı: Tüm dünyada geçerli olan tek öğrenci kartıdır. Gittiğiniz ülkelerde yabancı öğrencilerin yararlandığı tüm hak ve indirimlerden sizin de yararlanmanızı sağlar.

04 Nisan, 2010

özlem pansiyoncular:)

Seyahat bursu finalistleri, Facebook'ta Özlem Pansiyoncular isimli bir grup kurmuşlar; 'Pazar günü size çay içmeye geliyoruz' diye mesaj attılar.
Kim geliyor, kaçta geliyor emin değildim. Kapıma dayanan öncü kuvvet tarafından uyandırıldım, bir Pansiyon klasiği olarak, saç baş dağınık, dünya gezgini yıllanmış kırmızı polar pijamamla kapıyı açtım: Esra ve Gaye.
Çok vakit geçmedi aramıza Mersin'den Feyyaz, Ankara'dan Tuğba, Bursa'dan Dilan, İstanbul'dan Şeyda, Ümit ve Birge... Günün ilerleyen saatlerinde de Mustafa Özdemir, Mustafa Öztürk, Uğur ve Birge'nin arkadaşı İlker de katıldı.
Sanki hep tanışıyorduk. Dünkü akşam yemeği sohbetine sabah kaldığımız yerden devam ediyorduk sanki. Herkes o kadar içten, o kadar rahat, o kadar sempatik, o kadar güzeldi ki -aynı umduğum gibi -, Pansiyon uzun süredir hasret kaldığı neşe, sevgi ve enerjiyle doldu doldu taştı.

Gün boyunca neler mi oldu? Zaman zaman Feyyaz'la düşüncülerimiz ağrıdı, Ümit'le sevmelere doyamadık, Tuğba ile gezici festivali yarattık, Şeyda ile tarihe notlar düştük, Dilan ile tacizcilerimizi andık, Esra ile sucuklu menemen pişirip toplumsal rolümüzü sorguladık, Birge ile bir kelimedeki bin anlamı paylaştık, Gaye ile gözlemledik ve güldük, Mustafa Özdemir ile projelere doyduk, Uğur ile tiyatro:) üzerine konuştuk, Mustafa Öztürk ile geceden kaldık. Aramızda olamayan arkadaşların da kulaklarını çınlattık. Seyahatin en güzelini, insana doğru olanını bugün Pansiyon'da yaşadık. Şimdi eve sessizlik hakim. (Yine gelin! Özledim.)