Dünyanın tüm renklerini aynı coşkuyla kucakladığım, her köşesini aynı şiddetle merak ettiğim, 70 çeşit milletin tamamıyla kaynaşmaya can attığım sanılmasın. Yaşlanınca gideriz dediğim yerlerden oldu Çin ve ötesi. Belki de artık yeterince yaşlandığımdan, şu an kesinlikle Uzak Doğu beni çağırıyor gibi.
"Büyüyünce kasaba ileri geleni olucam" şeklindeki gelecek hayallerim, Tayland seyahati sonrası "Hint Okyanusu'ndaki bir adada meyve suyu satıcısı olucam" şeklinde revize olmuştu. Uzak Doğu beni önce denizi ve doğası, sonra masajı, en sonunda da ekonomik ve kendine özgü yaşam koşulları ile yakaladı. Şimdilerde ise tamamen
Güney Kore Sineması'nın rüzgarına kapılmış durumdayım! İki ay önce "bundan sonra nereye gitmek istiyorum" listesi yapsam, ilk 50'nin içine kesinlikle girmeyecek olan Kore, şu an sanki kardeşimin yaşadığı memleketmiş gibi geliyor. Kısaca seyahat çanları benim için çalıyor!
Alakalı bir sinema takipçisi olmama rağmen, vaktiyle seyrettiğim
Dolls filmi sayesinde sırtımı Asya sinemasına dönmüştüm (film boyunca kafayı çizmiş esas kız uzun bir kurdeleyi çekerek yürüdü, esas oğlan da onu takip etti. Ben yeter algıdan uzak olmalıyım, IMDb puanı 7.7/10). Hayat birkaç ay önce karşıma bir Güney Kore filmi çıkardı, benim için yepyeni bir dünyanın kapısı aralandı.
Neydi beni bu filmlerde çeken? Sanırım ilk sebep özgün senaryoları. Filmin ilk 5 dakikasında hikaye sizi bir şekilde kendine bağlıyor. Tanıdık olmayan bir nehirde dolanmanın zevkine varıp, kendinizi hikayenin akışına kaptırıyorsunuz.
Mesela
My Sassy Girl, kolej öğrencisi Kyun-woo'nun bir akşam metroda çok sarhoş bir kıza rastlamasıyla başlıyor. Metroda ayakta zor duran kız önündeki adamın kafasına kustuktan hemen sonra Kyun-woo'ya
sevgiliim diye seslenince, metrodakiler bu ikiliyi birlikte zannederek el birliği dışarıya atıyor. Sorumluluk sahibi Kyun-woo kızı bir motele kadar sırtında taşımak zorunda kalınca ilginç bir aşk hikayesi doğuyor.
Castaway on the Moon ise bir intihar sahnesi ile başlıyor. Borç harç içindeki Kim, Seul'ün ortasından geçen Han Nehri üzerindeki bir köprüden atlıyor, şehrin ortasındaki minik bir adada gözlerini açıyor. Yüzme bilmediği için karşı kıyıya yüzemiyor ve ona dar gelen plazalara nanik yapıp, adada kendine ilginç bir yaşam kuruyor (Boğaz Köprüsü'nden atlayıp Su Ada'da uyandığınızı ve orada Robinson Crusoe hayatı yaşamaya başladığınızı hayal edin).
Boş Ev, tatile giden insanların boşalttığı evlerini kullanarak yaşayan ve karşılığını kendince, bozulmuş ev aletlerini onararak ödeyen tuhaf bir adamın hikayesini anlatıyor.
Oldboy ise bir intikam öyküsü. Dilimizi tutmamız, her şeye maydonoz olmamamız gerektiği mesajını pek etkili bir şekilde veriyor:)
Bir yandan filmleri izlerken,
Güney Kore dizilerinin de dünya çapında popüler olduğunu, internet sayesinde öğrenmiş oldum. Meğer TRT yıllardır bir takım Güney Kore dizilerini yayınlarmış. Kore yapımı dizilerin Türkiye'de de ciddi oranda seveni olduğu benim hiç bilmediğim şeydi. Hemen seyrettim mutlu finali garanti eden birkaç ünlü Kore dizisini.
Güney Kore dizilerinde Dr House gibi çok zeki ve karmaşık kişilikli bir ana karakter görmez, Lost'taki gibi gerçeküstü bir gizemin içinde kaybolmaz, Dexter gibi sosyopat bir katilin hikayesine denk gelmezsiniz (ki ben genelde böyle dizileri seviyorum). Seksenler Türk Sineması'nı biraz andıran tatta... çok özgün olduğunu söyleyemeyeceğim bir ana hikaye üzerine acayip bir başarıyla gündelik hayattan detaylar serpiştiren... gücünü de en çok bu detaylardan ve naif duygusallığından alan, ilginç ve eğlenceli yapımlardı gerçekten. Anladığım kadarıyla seveni çok seviyor, sevmeyeni de muhtemelen bilmediği için sevmiyor.
Bir Kore yapımından oradaki hayata dair neler öğrenirsiniz? Bu ülkede içkinin hayatın neresinde durduğunu mesela. Kıyafetleri, yemekleri, inanç sistemleri, gelenekçi yapıları, popüler müzik ve müzik grupları... kadın-erkek, ebeveyn-çocuk, yönetici-eleman ve arkadaşlar arası ilişkileri... güzellik anlayışları, sosyal hayatları, tatile nereye gittikleri, ve daha neler neler...
Güney Kore'de yaşamı izlediğim filmler sayesinde nedense tanıdıgımı sanıyorum. Aksini bilen varsa, beni hayallerimden uyandırsın!