03 Ocak, 2008

çıldır gölü'nde bir yılbaşı gecesi

(2008'e girerken)

Yılın son günü, geceden vardığımız Çıldır Gölü’ndeki misafirhanede gözlerimizi beyaza açıyoruz. Her yer alabildiğine beyaz. Göl gerçekten de donmuş! Manzara kar, kar, kar...


Global ısınma etkisiyle mevsim normallerinin üstünde olan sıcaklık (geceleri yaklaşık -25 derece!) yüzünden göldeki buz kalınlığını ancak 30-40 cm’miş bu yıl. Bu kalınlığın besili şehirli bedenlerimizi taşıyacağını umarak donmuş gölde balık tutma fantazisini gerçekleştirmek üzere kendimizi göle atıyoruz. Gerçekten de birileri buzları kazmayla kırıyor, ağlarla balık tutuluyor. Çıldır Gölü donmadan önce ağlarını göle bırakan köylüler, daha sonra ağları çıkarmak için kazma, kürek veya motorlu testereyle buzu keserek ağları çekiyorlarmış. Ağa takılan balıkları toplandıktan sonra ağlar yeniden göle bırakılıyor.


Hava o kadar o kadar soğuk ki, dönüş yolunda atların üzerine atılan battaniyeyi kendi üzerimize kızak ile otele dönüyoruz.

Yılın son günü... Anlamadan geçti bu yıl. Çok şey oldu ve hiçbir şey olmadı. Yaşın kaç diye soranlara “en seksi yaştayım” esprisi de yapılamayacak artık; 34'e üç kaldı. 2006’da hayatımdaki tüm taşları yerinden oynatmış, kendimi yollara vurmuştum. 2007 ise taşları yeniden oturtmaya, yeni bir düzen kurmaya çalışarak geçti. İşte hayatımın özeti: Yap-boz-bi daha yap! Devinime ihtiyaç duyuyorum, bununla besleniyorum demek ki. Her sabahın bir gecesi olmalı. Her baharın bir kışı. Nasılsa yeniden doğar güneş. Nasılsa yeniden açar çiçekler... Yaşadığımı ancak böyle anlıyorum.

Yıl kapanışı hesaplaşmalarına girişemeyecek kadar meşguldum 31 Aralık’ta. Yılbaşı kutlamamız erken başladı. Bir grup şarap içip bezik oynarken otelde, bir grup çoktan yılbaşı yemeğinin yeneceği Atalay’ın Yeri’ne doğru göl üstünde yürüyüşe başlamıştı. Tahmin edilebileceği üzere ben bezik/şarap grubuyla takılıp restorana araba ile gittim:)

Atalay Bey’in küçük, salaş, sevimli ve samimi restoranında grubumuza kurulan masa mekanı bir boydan bir boya kaplamış. Çocukluk hatıralarımı canlandıran küçük bir soba mekanı ısıtırken, tavanda balonlar... duvarda Uğur Yücel, Kenan İmirzalıoğlu gibi sanatçıların mekanda çekilmiş fotoğrafları... Restoranın arka tarafındaki küçük bölümde diğer misafirler rakıya, muhabbete ve türkülere başlamış bile. Duygu dolu bir ses Âşık Tüccari'den, Âşık Şenlik’ten türküler söylüyor. Kapıyorum Arif ve saz çalan arkadaşını kolundan, bizim bölüme götürüyorum. Bizim ruhlarımızın da biraz türküye ihtiyacı var!

Dü çeşmim kan ağlamaktan gözlerim yaş incidir / Kadir kıymet bilmeyenler yaren yoldaş incidir / Dinle sözüm al nasihat konuşma cahil inen / Cahil de bir kem söz var ki değse bir baş incidir

Akşamın ilerleyen dakikalarında gözlerim doluyor derinleşen muhabbetten. Atalay Bey yanıma yaklaşıyor, "gittiğin yerden geri dön" diyor. Nereye gittim bilmiyorum, ama duygulu topraklardayım. Modern hayat en çok da ruhlarımızı felç ediyor galiba. Koşunca duygu eksik kalıyor. Birkaç saat içinde bir sürü anı birikti bile. Sanıyorum gece yarısı gelmek üzere. Saat sadece 19:30'muş.

An geliyor, restoranın arka bölmesindeki diğer misafirler de bize katılıyor. Önce 70 yaşlarındaki emekli Yılmaz Öğretmen ve arkadaşları... Ardından yakındaki ilköğretim okulunun 2 genç öğretmeni. Belli ki okullarından yeni mezun olmuşlar. İdealist ve temiz gözlerle bakıyorlar bize. Burada öğretmenlik yapmayı isteyerek gelmişler. Okulun 91 öğrencisinin hayatlarında bir fark yaratma şansları var. Onların kocaman dünyası yanında benim dünyam küçücük. Bakarsınız an gelir, Pansiyon kendini Anadolu'nun bir köyünde buluverir. Hikayemin sonunu ben bile merak ediyorum bazen.

Dışarıya göle çıkıyoruz. Atalay Bey buzun üzerinde ateş yaktırmış. "Rakı şişesinde balık olsam" dizesi böyle bir andan sonra yazılmış olmalı. Diğer adıyla Kükreyen Göl'de "bakalım kim kükrüyormuş?" diyerek karanlığa yürüyorum. Doğa vahşi. Gıcırdayan buzların sesine, kurtların ulumaları eşlik ediyor (Ya da ben hayal kuruyorum, gaipten sesler duyuyorum! :))Gün boyu arabayla geçtiğimiz yollarda 3-5 tilki görmüştük.

Yeni yıla girmek üzere otelimize dönüyoruz. Ekibimiz ilginç karakterlerle dolu. Akademisyenler, gazeteciler, sanat okuyan gençler vs... En düz karakter ben gibi duruyorum. Böyle bir ekip ile mantık yürütme oyunu oynadığınızı düşünün. Bir önceki gece ebe olmak suretiyle başka bir oyuna bulaşmışlığım ve boyumun ölçüsünü almışlığım vardı aslında:) Doymamışım belli ki. Yeni yıla dakikalar var, başladık başka bir oyuna. Oyunun tek numarası doğru yanıtları sıralamada bir sonraki kişinin vermesi. Yani ebe bana soru sorduğunda, aslında ben bir önceki kişiye sorduğu sorunun yanıtını veriyor olmalıyım. İlk turda uyukluyorum, sıranın bana geldiğini bile anlayamadım bile. Şopararak ve kopya alarak savdım sırayı. Tabii, ekip sol omzuma bir çentik atıverdi hemen. İkinci tur dönerken sıra bana geldi yine. Bir önceki turun acısı, pür dikkat dinlemişim. Yanıtı kendimden %100 emin hemen verdim. Zırt tokai! Doğru yanıtı verdiğimi biliyorum ama grup benimle hemfikir değil. Artık hem şaşkın hem de inatçı olduğumu düşünen grup iyice sinirlendi. Bildiğim 7 milyar insan üstüme gelse, doğru doğrudur:)

Zekamdan şüpheli insanlara direnmeye çalışarak girdim 2008'e. "Yeni yıla nasıl girersen öyle geçer" efsanesi doğru ise eğer... bu bloga bu sene bol dram akıtacağım garanti demektir:)

Karlı Çıldır'dan kulağımda yanık türkülerle döndüm... Bir yılı da böylece kapatmış oldum.

Türkü olsam dillerde, diyar diyar dolansam...

Hepinize iyi seneler, bol gezmeler diliyorum.

4 yorum:

Sudamlam dedi ki...

özlemcim geçmiş olsun yaaa...ben ekibi çok merak ettim yani en düz karakter sensen gerisi nasıl acaba diyorum :)))

Adsız dedi ki...

benim doğduğum yerlere gitmişsin sen...

nerelerdesin şimdi?

Adsız dedi ki...

Your blog keeps getting better and better! Your older articles are not as good as newer ones you have a lot more creativity and originality now keep it up!

face1tr dedi ki...

"Modern hayat en çok da ruhlarımızı felç ediyor galiba. Koşunca duygu eksik kalıyor."

aklıma Walter Benjamin'in flaneur karakteri geldi.