19 Ekim, 2009

arjantin'de güneş battı

Arjantin'in sanat güneşi Mercedes Sosa 'yı 4 Ekim'de kaybetmişiz, yeni öğrendim.

Evrensel bir sanatçı, güçlü bir ses ve kocaman yürekli bir kadın olarak tanıtmışlardı onu bana, dinlemeden sevmiştim.

Hepimizin gideceği yere gitti Mercedes, ama gitmeden çoğumuzdan daha fazla şükretti sanırım.

Buenos Aires, Tigre, Puerto Madryn, El Calafate ve Ushuaia'dan oluşan Arjantin fotoğraf albümümü derledim. Klipte dinleyeceğiniz konser kaydında Mercedes Sosa'ya Joan Baez eşlik ediyor: Gracias a la Vida-Teşekkürler Hayat!

Kimse seyretmezse ben seyrederim.

teşekkürler hayat, verdiğin her şey için;
her açtığımda, siyahı beyazdan, cennetin huzmesini karanlıktan, sevdiğim erkeği kalabalıktan çıkarıp bana sunan gözlerim için...

teşekkürler hayat, verdiğin her şey için;
hayatın sesi ve kelimelerim, düşüncelerim, ettiğim kelamlar, annem, dostlarım, kardeşim ve parlayan güneş ve aşkın izleri için...

teşekkürler hayat, verdiğin her şey için;
duyduğum tüm sesler -gece, gündüz, ağustos böcekleri, kanaryalar, çekiçler, motorlar, köpek bağırışları, rüzgar ve yarin sakin fısıltıları için...

teşekkürler hayat, verdiğin her şey için;
caddelerinde, göl kıyılarında, dağlarında, ovalarında, leb-i deryada, yahut suya hasret çöllerinde ve evlerinde yorulan adımlarım için...

teşekkürler hayat, her şey için;
yıkıntılardan kendimi yeniden yaratabildiğim ve yeniden hayata sunabildiğim için
kahkahalarım, göz yaşlarım ve bu şarkı için...

teşekkürler hayat, her şey için!

06 Ekim, 2009

bangkok, melekler şehri mi?

Kalbimizi Hint Okyanusu'nda bırakarak, gerçek adı yazamayacağım kadar uzun olan başkent Bangkok'a uçtuk. Bangkok Thai dilinde Melekler Şehri demekmiş. Meleklerden geçilmiyordu, sormayınız! Bundan sonra bana da Pamuk Prenses diyelim en iyisi:)

Bangkok'ta en iyi bildiğim yer 11 günde 4 kez ayak basmak zorunda kaldığım havalimanı. Dört katlı bir liman düşünün; her bir katına internasyonel ve domestik uçuşların gidiş ve gelişleri dağıtılmış. Ayrı terminaller olmaması yolcuların işini bayağı kolaylaştırıyor. Uçaktan inince şehire ulaşmak için yapacağınız en akıllıca iş, departure katlarından birine gitmek ve yolcusunu bırakmış boş taksilerden biriyle pazarlık yapmak (Polis beklememeleri için sürekli uyardığı için ya boş dönecek, ya da sizinle makul bir fiyata anlaşacaklar. Biz şehir merkezindeki otelimize 300 Baht'a gittik. Otoban ücretini size ödetmeye kalkacaklar, ıı ıhh diyeceksiniz. Tek kişiyseniz 150 Baht'a shuttle var. Bir de 30 Bahtlık otobüsün varlığını duyduk ama izini sürmedik *).

Bahsettiğimiz şehir 6.5 milyon nüfusuyla büyük, trafik sorunlu, dünyada pek çok başkent gibi 'gelişmiş'. Bir gezginin kendini bulacağı bir yer filan değil kısacası.

Yine de modern binalarını, ulaşım araçlarını, alışveriş merkezlerini filan koyarsak kenara, pek çok lider kentte olmayacak kadar da ülkesinin karakterini taşımayı bilmiş Bangkok. Daha uçaktan başlıyorsunuz şaşırmaya. Sanki suların üzerine kondurulmuş binalar, yollar, insanlar...

İlk gün Bangkok'un olmazsa olmazlarından birini gerçekleştiriyor ve bir nehir-kanal turu alıyoruz. Hayatın suyla bu kadar iç içe geçmesi ilginç. Üzerinde ilerlediğimiz nehirde öyle bir akıntı ve dalga var ki, böylesi bizim boğazlarda yok. Bir ara ekmek atıyoruz nehire. Ben diyeyim kol, siz diyin bacak boyutunda balıklar neredeyse zıplayıp elimizden kapıyor ekmekleri. Gerçekten ürkütücü hayvanlar! O günden sonra balık yemeyi bırakıyoruz.

Yollarda bozulan kameralarımızın yerine Bangkok'ta yenilerini koyuyoruz elbette (Pantip Plaza). Uzak Doğu'dayız. Buradan elektronik alet almadan döneni kapıda dövüyorlarmış! James Bond ve Phi Phi için kullandığım fotoğraflar maalesef araktı; bunlar el emeği göz nuru, kendi fotoğraflarım:P (Meriçcim, sana getirdiğim çubukları aldığım amcaya bir merhaba de.)

Bangkok'ta tüm yollar dönüp dolaşıp Grand Palace'a, Patpong'a, China Town'a, Khason Road'a, gece pazarlarına çıkar. Birkaç gün için Bangkok'ta olacaksanız, görülmezse ayıp olacak mekanları diğer gezginler yazmış. Buyrun yazı 1 ve yazı 2. Ben şimdi hiiç uğraşmiim.

Grand Palace gerçekten de çarpıcı. Kompleksin içinde saray, budist tapınakları ve devlet kurumlarının bazı binaları var. Hava o kadar sıcaktı ki, beynimin kaynaması pahasına bir dünya resim çektim. Ama şimdi eklemeye üşenmekteyim.

Benim Bangkok'ta en ilgimi çeken şeylerden biri, halkın toplaşıp spor yapması. Bir bakıyorsunuz parkın bir kenarına konan aletlerde oğlanlar barfiks çekiyor. Aaa, bu kalabalık ne yapıyor derken, kaldırıma dizilmiş Thai kadınlarını bir hoca eşliğinde aerobik yaparken görüyorsunuz. Bizim belediyelerin şehri alet edevatla donatma fikrini nereden aldığı anlaşıldı:) - da insan bi durur düşünür, biz nasıl bir milletiz, komşu Ayşe hanımlarla bi koşu aerobiğe gitmek bize uyar mı diye. Gençlerimizi de hayal ettim şimdi ben; Bebek Parkı'nda hep birlikte kas büyütüyorlar. Ahaha. Yok valla, bu eylemler bizi bozar:)

Bangkok Çevresinde Bir Gün

Bangkok'taki 3. ve son günümüze dahiyane bir planla taksi kiralayarak şehirdışında geçirmeye karar verdik. Görülmezse orta yerimden çatlayacağım 3 yer vardı;

Ülkenin en büyük yüzen çarşısı, The Damnoen Saduak Floating Market (Bangkok'a uzaklığı 104 km)...


Çocukluğumdan filmiyle bildiğim Kwai Nehri üzerindeki Kwai Köprüsü...


Tayların eski başkenti Ayutthaya ve tarihi watlar...

Normalde bunlar birbirine çok uzak şehirler olmamakla birlikte, 11 saatte ancak bitirdik. Gittik mi, gittik. Gördük mü, gördük. Sevdik mi, sevdik. Patladık mı, patladık:)

Evdeki hesap çarşıya uymadı, ortada unutulan bir Bangkok trafiği vardı. Dönüş yolu, Ayutthaya'dan otelimize doğru başladı, otele ulaşamadan havaalanında bitti benim için (Pansiyon bavulsuz Chiang Mai'ye kaçar). Yalnız kalmış Yonca tekrar otele doğru devam etti, yokk yok mümkün değildi otele varmak... Bu arada trafikte 4 saat geçti... Sonra otele varamadan yeniden havaalanı. Bize bavullarımızı getiriinn.... Nee taksi mi bulamadınız, kardeşim 1 saat önce yolluyoruz demiştiniz... Haa buldunuz mu bir taksi... Uçağa yetişecek değil mi? Neee 1000 Baht mı, dalga mı geçiyorsun, bu yol maksimum olsun 500 Baht... Ne ekstra bavul 160 Euro mu?...

Yonca gözyaşları ile veda etmiş melekler şehrine. Ben de o sırada havaalanında tanıştığım kim olduğu belirsiz bir adamın arabasında Chiang Mai'de kendime kalacak bir otel aramaktayım. Nefis bir geceydi. Yonca'dan dinlemek lazım asıl hikayeyi. Anlatmaz ki. Hatta bu yazıyı bile okumamıştır. Tembel teneke:)

* Tay taksicilerinin intikamını trafik polisimiz alacağa benzer; ben bunları yazarken kaçtı Pansiyon'a bi park cezası! Yok arkadaş yok, şu dünyadan mülksüz göçücem ben. Para bende durmaz!

03 Ekim, 2009

genç gezgine mektup - 1

Sevgili genç gezgin,

Seyahat bursu vesilesiyle tanıştık seninle. Enerjin enerjimi çoğalttı, hayallerin hayalimi büyüttü.

Başladım düşlemeye: Neden 2010 yazında 50 genç gezgin eş zamanlı yollara düşmesin? Avrupa'yı, Asya'yı, Afrika'yı neden birbirine katmasın?
Talebin olduğu yerde, arz başlar. Önce sen hayal kur. 'Bir düşüm var' diyerek sesini duyur. Yoldaşlarını çoğalt. Gezmekle yıldız filan olunmuyor. O yolları seninle yürüyen, seninle kahır çekip, seninle sorgulayan, senin gibi meraklı arkadaşlara ihtiyacın olacak. Ne kadar çok yürek, o kadar çok ses. Paylaşmayı öğren. Çoğalmayı bil. O zaman seçenekler birer birer çıkar ortaya, el verenlerin sayıları çoğalır. Önce talep lazım ama! Talebi yarat. Şansını çoğalt.

Tam 1 ay olmuş Genç Gezginler Seyahat Bursu ilgili ilk yazıyı yazalı. Başvurunun bitmesine kaldı 3 ay. Şu ana kadar bursa başvuran bazı arkadaşların coşkularıyla, yaratıcılıklarıyla ya da ısrarcılıklarıyla öne çıktılar. Bazı arkadaşlarına da hayatta istedikleri şeyin kapısını bu kadar ürkek ve umutsuzca çalarlarsa (sadece seyahat bursu için değil, herhangi bir konuyla ilgili) mucize ummamaları gerektiğini, kişiliğimden beklenmez bir yumuşak dillilikle anlatmaya çalıştım:) Umarım mesajı alır, yeniden daha büyük bir iştahla çalarlar Pansiyon'un kapısını.

Seni yollarda hayal ediyorum da... içim sevinç doluyor. Yolun şimdiden açık olsun genç gezgin. Haydi bakalım, göster kendini!

02 Ekim, 2009

phuket macerası sürüyor

Phuket'teki 2. gün, güya önceden ayarladığımız özel araç ve şoförle sabahın erken saatinde başladı. Hazır aracımız varken Patong dışındaki Phuket plajlarını sırasıyla gezelim dedik. Dedik de, gezilecek pek de matah bir plaj olmadığının tez zamanda farkettik. Phuket'in plajları bence yerlerde. Yerlerde derken, yanlış anlaşılmasın. Antalya'nın denizinin dalgalısı.

Phuket'in tsunamiden en çok etkilenen yerlerden olduğu, eski tadından çok şey kaybettiği söyleniyor. Eskiden neydi, şimdi ne oldu kıyaslayamıyorum tabi. Ama deniz de tsunamiden etkilenmedi ya. Yani ben eskiden de çok şahane bir yer olmadığını düşünüyorum. 'Türkiye'den 10 saat uçup Antalya plajına varacaktıysam, ne demeye geldim' hayal kırıklığıydı benimkisi. Tüm ada boyunca plajın hemen yanındaki anayolu kenarına kurulmuş resortlar var. Deniz o kadar dalgalıydı ki, olsa olsa sörfçülerin ilgisini çekebilirdi. Girmedik mi girdik; benim kafamdaki toka dalgalarda kayboldu, Yonca da az daha bikinisi bırakıyordu suda. Fazla kasmadık, çıktık.

Denizden umudu kesince, kendimizi kültür turizmine verelim bari olduk. Adanın en büyük budist tapınağına gittik. Şansımıza bir çeşit ayine denk geldik, ardından rahipler halka yemek dağıttı. Asya'ya ilk yolculuk olduğu için, hayatımda ilk defa bir budist tapınağına adım atmıştım, şans benimleydi. Heyacanlandım.

Otelden çıkalı 3 saat olmuştu; şoförümüz bizi poligon, alışveriş merkezi gibi yerlere götürmeye çalışıyor, gitmek istediğimiz yerleri haritadan gösterdiğimizde de İngilizce anlamıyor ayağına yatıyordu. Turizm polisini aramakla tehdit ettik. Bizi dağ başında bırakarak kaçtı! Böylece bir gece önceden yaptığımız planlar ve anlaşma bozulmuş oldu. Siz istediğiniz kadar plan yapın; sonunda su akması gerektiği gibi akar:) Yoldan geçen bir taksiyi durdurup, Phuket Town'a sürdürdük arabayı. Orada da heyacanlı olan tek şey, halkın spor yapmak için çıktığı tepedeki maymunlardı. Yonca hayvanları görünce kendini tuktuk'a attı; ben de onları ellerimle besledim. Bir ara ormandaki tüm maymunlar üstüme koşturunca tırsmadım değil, ama delikanlı tavrımdan ödün vermedim:)

O gün aldığımız ve sonrasında da teyid ettiğimiz dersler şunlar oldu: (1) Tayland'da söylenen herhangi bir şeyin fiyatını x4 olarak düşünmeliyiz. Taksici 1000 Baht mı istiyor, bu 250'ye başka bir araç bulabiliriz demek (2) Thai'lar soruya soruyla karşılık verme, sizden planlarınızı öğrenip, zorla size bir şey satmanın kitabını yazmış. İletişimde dizginleri elimize almazsanız, fiyat sorduğunuz her taksici veya tuktukçuya 3 günlük planlarınızı anlatmak zorunda kalabilirsiniz. (3) Tayland'da 'anlaşma, anlaşma değildir'. Mütemadiyen kıyısından kenarından çemkirip, sonunda avantajı yakalamanın bir yolunu bulurlar.

Phuket'teki ilk gündüzümüz; plajlarda, budist tapınaklarında (wat deniyor), maymunlar ormanında... Gecemiz ise Patong Beach'in en ünlü caddesi Bangla'da geçti. Tayland akla gelen ilk şeylerden biri, malumunuz seks turizmi. Bu konuda Pattaya almış başını gitmiş, ama ülkenin kalan yerlerinde Pattaya havasının izlerini görmek mümkün. Bangla'da, gördüğümüz 45 yaş üstü tüm erkeklerin yanında, bir (veya bazen birden çok) Thai kızı vardı. Ülke eskort kızları, 'mutlu son' vaat eden vücut masajı ve go-go barlarıyla ünlü.

Yaşlıca ve makul görünümlü batılı bir kadının kolumuzdan çekiştirip giriş için para vermek zorunda değilsiniz sözlerine kanarak, bir go go bar'dan içeri daldık. Toplasan 60-70 m2'lik bir mekan, ortasında yüksek bir platform, üzerinde yaşları 15-20 arasında değişen 5-6 iç çamaşırlı kadın. Barın en kuytusunda karanlık bir köşeye konuşlandık. Platformun hemen altındaki sandalyelere bıyıklı 3 Arap adam, olacakları yakından takip etmek üzere kurulmuş. Benim gözlüğüm daha havaalanından çıkmadan kırıldığı için, ben olayları uzaktan bile takip edemedim açıkçası. Yonca'nın ayy, iğrenç, tuu vb söylemleri ile olayları yakalamaya çalıştım. Yalnız bir kare var ki, bozuk göz filan engel olmadı yakalamama. Elinde muhabbet kuşu ile piste çıplak bir kadın çıktı. Kuş, bedeninin derinliklerine uçtu, sonra geri geldi. Oha ki, ne oha! Yanımdaki Alman bozuntusu adamın yanında 2 el kadar kız bittiği aşamada, olacakları hiç öğrenmemek adına biz ortamdan uzadık. Göreceğimizi görmüştük. Erkek olmadığımıza minnet ettiğimiz anlardandır o an. Okuduğuma göre, her yıl yaklaşık 600 Alman erkek tabutu ülkelerine gönderiliyormuş. Karıları ilgilensin tabii cenazeleriyle.

Ertesi gün son dakika ayarladığımız bir turla, Phuket'in hemen kuzeyindeki Phang Nga bölgesine bağlı James Bond adalarına gittik. Phuket'i değerlendiren şeyi anladık. Civardaki adalar! O ne şahane bir manzaraydı öyle... Denize serpiştirilmiş yüzlerce ada. Sazlıklar arasından botumuzla süzüldük, denize ulaştık.

Bu adalar, James Bond filmlerinden biri burada çekildikten sonra bu ismi almış. Hayatımda herhangi bir JB filmi seyretmedim. O güzellikleri ekranda da olsa görmek isterseniz, "007- The Man with the Golden Gun" isimli filmi izlemenizi öneririm. Ben de bulup seyredeceğim.

Turda, bayram tatillerini geçirmek için Bodrum'dan gelen 2 Türk çiftle tanıştık. Bizim Phuket'ten aldığımız incilerin fiyatlarını duyunca feci şekilde kazıklandığımızı söylediler. Gittiğimiz müslüman köyünde sıkı bir inci alışverişi ve pazarlığı yaptılar; biz de gaza gelip yeni inciler aldık. Yonca kazıklandığımız bilgisine öyle çok içerledi ki, günler boyunca travma içinde söylendi durdu:) Türkiye'ye dönünce de ilk yaptığı şey kuyumcuya incilerini kontrol ettirmek olmuş. Ahahaa, sonuç: ilk aldığımız inciler gerçek ve müslüman köyünden güya ucuza kapattığımız inciler sahte! Kendi kazıklanmışlığına üzülmek yerine, çok bilmiş Türklerin daha çok kazıklanmış olduğu bilgisi nedense ona iyi geldi:)


O taraflara yolunuz düşerse, Phuket'te vakit kaybetmeyin, mutlaka ama mutlaka civardaki adaları ziyaret edin. James Bond sunduğu manzaralar nedeniyle mutlaka görülmesi gerekenler listenizde olsa da, deniz ve deniz altı güzellikleri açısından Phi Phi gibi, Koh Racha veya Koh He (Coral Island) gibi daha iyi seçenekler olduğunu unutmayın.

Benim dijital kameramın lensi yolda kırılmıştı. James Bond adalarında yaptığımız kano gezisi sırasında da Yonca'nın kamerasına su damladı. Böylece Tayland gezisinin 2 gününde kamerasız kaldık. Turun sonunda gittiğimiz bir wat'taki budist rahip tarafından kutsandığım anlar:) ve cennet ada Phi Phi'de geçirdiğimiz 1,5 gün maalesef görüntülenemedi.

Phuket'teki 3. günümüzde Phi Phi adasına tur aldık (45$/kişi). Speedboat içine tıkıştırılmış 15-20 kadar turist, bir de hiç susmadan konuşan erkek Thai rehber; kabustu kabus!

Phi Phi'ye geçmeden, biraz Thai erkekleri hakkında atıp tutmama lütfen izin verin. Çekikler konusunda ezelden beri ırkçı bir insan olduğum yakın çevrem tarafından bilinir. Yani hiçbiriyle bir alıp veremediğim olmadı aslında. ABD'de tanıştığım sakin, çalışkan, kocakafalı çekikler dışında yakından tanıdığım kimse olmadı. Benim tüm itirazım çirkinliklerine (Kötüyüm ben kötüyüm, kötüyüm, kötüyüüüm). Yani öyle pis bir ayrımcıyım ki; insanlar ve çekikler var benim için (Karma olayı doğruysa, Çin'de çekik tecavüzü beni bekliyor!). Tipleri neyseydi de, şimdi üstüne halleri de eklendi. Aman allahıımm, topukla ve kaçç! İçimdeki insan sevgisi de bi yere kadar:)

Aslında çekik erkek, çekik kadın ve çekik çocuk olarak olayı ayırmakta fayda var. Nadir de olsa kadınlar güzel. Çirkini bile iyi huylu en azından. Yani bi mırmır konuşmalar, bi miniklik, bi narinlik, bir uysallık... karşıdakine kendini kral gibi hissettirmeler filan. Çekik çocuklar da öyle böyle değil, çok şekerler! Yani ben gibi çocuk sevmez bir insanın bile kalbinde onlara dair sempati uyanması, tatlılıkları konusunda size bir ipucu versin. Ama o tatlı bebelerin büyüyünce o çirkin, antipatik, mızmız erkeklere dönüşmesi akıl alır gibi değil.

Tayland'a ayak bastığımız andan itibaren Yonca ile aramızda şöyle dialoglar geçti: "Şu polis kılıklı adama yolu soralım Yonca" - "O zaten polis Özlem".
"Aaa şurada rakip kılıklı bir oğlan var" - "O da rahip zaten".
"Masajı şu erkek kılıklı masöze mi yaptırsak?"- "O erkek yahu".

Velhasıl efendim, bir çekik erkeğin bendeki algısı en iyi olasılıkla, "kılıklı olduğu". Sadece Thai boksu yapanlar biraz gözüme girdi, o da dövüş sporlarını seviyorum diye. Kalanını topla, at çöpe (Tanrı beni affetsin:)).

Neyse Phi Phi turuna dönersek; o uyuz rehber 1 saatlik yol boyunca bir an bile susmadı. Her şekil kılıklısını görmüştük de, bu da başka bir modeldi. Bir hiperaktivite, bir gürültücülük, bir yaşamı tüm yolculara dar etme hali. Bre kılıksız adam, bi sus, bi izin ver.

The Beach filminin çekildiği Phi Phi Lei adasındaki Maya Bay plajına gelmişiz. İki içimize dönelim, biraz huzur bulalım. Sustu mu, hayır. Denize gireli 10 dk olmuştu ki, düdüğünü çaldı da çaldı.

Hayal edin şimdi siz. Şu harika plajda yüzmek için 10 bin km yol gelmişsiniz. Başınıza gelen, düdükçü bir delidir. Ne yaptık? Phi Phi Don adasına geçtiğimiz anda, turu bıraktık. O adamla Phuket'e geri dönseydik, benden duyacağınız sözler asla birazdan duyacaklarınız gibi olmazdı.

Koh Phi Phi'nin yerleşim olan adası, Don. Yüksek sezonda doluluk nasıldır bilmem ama biz oldukça kolay kendimize yer bulduk. Ferry'lerin kalktığı limanın girişine birkaç acenta var; bizdeki bazı emlakçıların yaptığı gibi camekanda adanın neredeyse tüm otellerinin resimleri, oda fiyatları vs yazılı. Gözümüze kestirdiğimiz otel, maalesef limana en uzak otelmiş, sıcakta biraz ter döktük. Ama adanın en sakin otelinde sonunda rehber travmasını atıp, kendimizi sonunda harika sulara attık.

Gözlerimizin önünden denizin önce çekilip gecenin ilerleyen saatlerinde yeniden gelmesi harika bir deneyimdi. Tropikal meyvelerden yapılmış meyve sularımızı içtik. Ohh be, sonunda tatildeydik!

Gece içinde ring olan bir bara, Thai boks maçı izlemeye gittik. Uzun süredir ucuz cennet adada gençliklerini yaşamaya koyulmuş turistler, belli ki bir yandan da boks çalışıyordu. Gecenin bir aşamasında ringe çıkan Thai gençleriyle, turistlerin dövüşü birbirine pek benzemiyordu gerçi; ama biz yine de ıslıklar çaldık, turist oğlanları cesaretlendirdik.

Bora'nın Phi Phi'yi hiç sevmediğini okumuştum bir yazısında. İnsanların beğenileri mi çok farklıydı, yoksa sevdiğimiz şeyler sadece yaşananlarla mı alakalıydı, yoksa gerçekten söylendiği gibi tsunami Phi Phi'ye iyi mi gelmişti?..

Ben Phi Phi'yi çok sevdim. Yine giderim, tekrar giderim. Ve hatta bi daha da dönmem, kalırım :)