29 Aralık, 2007

özlem'in fas koşusu

Yine koşarak yaşıyorum. İş kadını Özlem toplantıdan toplantıya koşuyor. Ekmek aslanın ağzında, değirmen kolay dönmüyor, bu ülkede para kolay kazanılmıyor. Bazen akşama kadar hiç tuvalete gitmemiş oluyorum, yemek söyleyecek vaktim olmadığından yemek söyleyebilenlerin ekmeklerinden tırtıklıyorum. Vakit durma vakti değil. Gelecek yaratmaya çalışıyorum. Pansiyon Özlem arkadaşları arasında koşup duruyor. Çok emek harcandı bu ilişkilere. Çok gönül kondu, çok beklenti doğdu. Birilerinin hayatında önemli olmak ve öyle kalabilmek her babayiğidin harcı değil. Ağır işçilik gibi. Koş Özlem, koş. Özlem sevdikleri değersiz hissetmesin diye gücü yettiğinde koşuyor aralarında. Gezgin Özlem var bir de. Bağlasan duramıyor. Bulduğu 2 günden uzun her tatilde o mevsimden bu mevsime, o kıtadan şu kıtaya, o uçaktan bu uçağa koşup duruyor.


Böyle bir trafik içinde zaman yaratıldı, Fas'a koşuldu. 3 gün Marrakesh'te ve bir gün Atlas Okyanusu kıyısındaki güzel sayfiye şehri Essaouira'da tomarla şey yaşandı. Ne komik! Döneli sadece 5 gün oldu. Çektiğim milyon resim orada olduğumun ve bir sürü yeni şey yaşadığımın delili. Neden duygusu yok şimdi?

Koşmaktan yorgun bedenim hastalandı. Ateş 38, öksürüp duruyorum. İki saat sonra yine uyumadan Kars'a yolcuyum. Değer verdiğim insanlar çağırdı, Çıldır Gölü çağırdı, donmuş gölde balık tutma fantazisi çağırdı. Gidiyorum. Ama bu da son olsun! Artık koşmak istemiyorum.

18 Aralık, 2007

as time goes by

you must remember this / a kiss is just a kiss / a sigh is still a sigh

Fas denince tabii ki akla gelen ilk şey Casablanca filmi ve Sam'in tekrar tekrar çaldığı "As Time Goes By" şarkısı. Birazdan Pansiyon Kazablanka'ya uçuyor. Ama asıl seyahat Marakeş'e. Okurun Venezuela seyahatimden hatırlayacağı çılgın arkadaşım Ayşıl ile.

Haluk Bey mesaj atmış, nereye kadar gezeceğimi sormuş. "Yorulana, sıkılana, tüketene, yolları bitirene veya ölene kadar herhalde" dedim yanıtta. Her seyahate kalbim kıpır kıpır çıkıyorum sanmayın. Biraz önce bin ton işi bıraktım şirkette, yol yorgunu bir savaşa döneceğim 5 gün sonra. Ben de biliyorum kalsam, yuvarlansam, tembellik yapsam, kankalarla sabah akşam görüşsem, konuşsam... Özeniyorum bazen dünyası küçük ve elindekiyle mutlu insanlara. Üç kuruş kenara atabileydim, ev bark sahibi olabileydim, az ama öz insanlarla bir ömür geçirebileydim. Ama o zaman ben ben olmazdım. O yüzden yollardayım yine. Sürprizler için. 'Yeni'ler için.

31 Ekim, 2007

ürdün'den bölük pörçük

Nisan ayında gittiğim İran hayatıma sadece şiiri katmadı yeniden. Harika insanlar da kattı. Ellisine gelince yaşamın bittiğine inanan 74 model Pansiyon yeni dostlarından her yaşın ayrı bir güzelliği olması üstüne, dostluk üstüne, derinlere dalmak, paylaşmak, dayanışmak, bazen aşkla, bazen inançla dolmak üstüne çok şey öğrendi ve onları çok sevdi.

İran grubu her biri şahsına münhasır yeni harika insanlarla büyüdü. 29 Ekim’i fırsat bildik, Fest Travel’dan destek istedik, dünya harikalarının izini sürmeye 15 kişilik grubumuzla Ürdün’e gittik.


Sadece 3 günümüz ve görülesi çok yerimiz vardı. Sabaha karşı Ölüdeniz’deki otelimize vardık. Ortaokul yıllarından ismi hafızama kazınmış olan Lut Golu (Ölüdeniz) dünyanın en alçak ve en tuzlu gölü. Ziyaret ettiğim dunyanin 'en'leri listesine bir yenisi daha böylece eklendi. Tabii ki gerekli tüm şebelek şeyler yapıldı. Tuzun yoğunluğu nedeniyle kaldırma kuvveti şaşılası derece büyük olan suya batma denemeleri, Kleopatra'nın kozmetik dünyasına kazandırdığı ve gölün içinden avuçlamak suretiyle çıkarılan çamuru sürerek "cildimi ne gaddar şahane yumuşattı di mi?" muhabbetleri, bir el mesafesindeki Batı Şeria'ya "kaç saatte yüzerim abii?" hesaplamaları...


Lut Gölü'nden sonra rotamızı karayoluyla 3-3,5 saat uzaklıktaki Petra'ya çevirdik. Petra, uzun süre saklı kalmış "Gül Şehri". Indiana Jones serisinin birinden hafızama kazınmış, mutlaka bir ara görülecek listesine alınmış, dünyanın yeni 7 harikasından biri.

Zaten biliyordum, tekrar hatırladım ki bir mekanı sevmem için güzelliği, tarihi dokusu, allanıp pullanmış hikayesi filan yetmiyor. Benim mutlaka orada bir deneyim yaşamam gerekiyor. Aşağıda gördüğünüz resimlerin bir kısmı devenin, bir kısmı da eşeğin üstünde çekildi:) Petra'dan bende kalan bir iz varsa bu da hayvanlar alemi sayesindedir.

El kadar eşeğin sırtında 900'e yakın basamak çıktım, dağın tepesindeki Manastır'a ulaştım (Göz kırparak hala 2 karılık kontenjanı olduğunu söyleyen ve Petra içindeki mağarada yaşamını sürdüren eşekcimin verdiği bilgiye kadar 250 kg'ya kadar yük taşıyormuş bu hayvancağız). Eşeğimle Petra'da mutluluğu yakaladım yani. Hem Oğuz'un söylediği gibi o merdivenleri yürüyerek tırmanmak için gerçekten cimri olmak gerekiyor!:)


Petra'nın mağara erkeklerinin çoğu sürmeli. Zeytin zeytin gözleri ile 'yerinde' bakılırsa oldukça da çekici. Aramızda konuşmadık değil; bunları alsak, yıkasak paklasak... "Çiçek dalında güzeldir"e bağladık tartışmayı.

Italyan bir kadınla tanıştık. Uzun saç-sürme göz-mağara ve eşek sahibi kocasıyla gül gibi geçiniyordu boncuk satarak. Ardımızdan arya söyledi. Güzeldi. Mutlandırıyor insanı böyle hikayeler. Başka hayatları görmek, istersen bu bambaşka hayatın bir parçası olabileceğini düşünmek... Dünyada hala tüketilmemiş seyler var.

Son günümüzde Lawrence of Arabia filminin çekildiği Wadi Rum'da jip safari yaptık. Planda yoktu ama Ürdün'ün Kızıldeniz kıyısındaki sahil şehri Aqaba'ya gittik. Sharm'dan yeni dönmüş bir insan olarak karşılaştırma yapmam gerekirse Sharm balık çeşitliliği açısından çok daha zengin. Ama Aqaba'nın mercanları da estetik açıdan Sharm'ı döver.

Araya zaman girdi ve duygumu kaybettim işte. Ortada da bu uyduruk yazı kaldı. Şimdi gözüm Kurban Bayramı tatilinde. Nereye gitmeli? Nereye gitmeli???

17 Ekim, 2007

yavaş yavaş hasan şaş, mısır

Dünyanın en eski medeniyetlerinden birine, Mısır'a yolcuydum bu kez. Kültür turizmi için değil, yaklaşan kış öncesi kemikleri son kez ısıtma şansını kullanmak için.


Sina Yarımadası'nın en güney şehri, son yıllarda da Türk turistler için Antalya kadar "bizim" hale gelmiş Sharm El Sheikh'te bayram tatili vesilesiyle Kızıl Deniz'in tadını çıkarmak için... Bir de Afrika'ya ayak basmış olmak için tabii (Gerçi Süveyş Kanalı ile suni yollarla da olsa Sina Yarımadası ana kıtadan ayrılmış durumda ama haritalar bölgeyi Afrika içinde gösteriyor. Yani ben hala Afrika'ya ayak basıp basmadığı şüpheli olan zavallı bir gezginim).



"Barış Şehri" Sharm El Sheikh Mısır'ın Antalyası. Vaktiyle Israil'e bağlı olan şehir bu sayede alt yapıyı sağlam kurmuş. Çoğu yüksek yıldızlı yüzlerce otel ile Avrupa'dan Italyan, Ingiliz, Türk ve Rus turistlerin akınına uğruyor.

Her ne kadar Barış Şehri dense de Sharm'da herhangi bir şekilde Mısırlılar ile barış içinde konuşmam mümkün değil. Dünya üzerinde beni bu kadar rahatsız eden başka bir millet insanıyla tanışmadım açıkçası. Değişik dillerde "hey yavrum" tadında bir hitapla başlayan muhabbet, Türklüğümüzün anlaşılması sonucu "yavaş yavaş Hasan Şaş" esprisiyle devam ediyor (bi kıçı kırık esprinin bu kadar millileşmesi, yaygınlaşması ve her karşılaşılan Türk'e prim yapacağı umuduyla milyon kez tekrarlanması akıl alır gibi değil. Aklımı koru Tanrım!) ve sonunda ilan-ı aşk eşliğinde elleme ya da öpme çabalaması.




Şehrin kaosu ve cüretkar erkeklerinden kaçınca yapacak çok şey var ama. Bir yanımız çöl... bir yanımız deniz. Her zaman olduğu gibi huzuru doğada buluyorum.

Pek çok ilki yaşadım Mısır'da... Çölde ATV ile safariye çıktım, Bedevi çadırında takıldım, deveye bindim.

Gelelim asıl meseleye... Tüm acısına, sancısına, tacizcisine, bitmeyen kabus alış veriş pazarlıkları ve pazarlık yorgunluklarına rağmen Sharm'da öyle bir deniz var ki her şeye fazlasıyla değer.


Vaktim ve param olsa her ay 3-4 günlüğüne oraya gider ve karanın bende açtığı yaraları denizde, daha doğrusu deniz altında silerdim. O kadar yani. O kadar güzel. O kadar başka. O kadar şiirsel... Binlerce balık, mercan, deniz bitkisi... Kesinlikle başka bir dünya. Acaba dedim rengarenk balıkların arasında yüzerken, yatay yolculukları bırakıp dikey yolculuklara mı geçmeli?

Dünyanın en meşhur deniz altı ulusal parklarından Ras Muhammed'e tekne turu alıyoruz. Şnorkel ile yüzmek yeterince harika, ama ya dahası da varsa? Böylece 'ilk'ler listeme bir de scuba diving ekleniyor. Dalgıç kıyafetinin içine ittir kaktır sığışmayı başarıyorum. Fermuarı kapatmak için erkek kuvvetine ihtiyaç duymak biraz gurur kırıcı oldu tabii. Fermuar kapalı ama ben de tam bir balina oldum! Doğal olarak resim filan yok:)

Dalmak tuhaf bir deneyimdi. Bir metre ya indim ya inmedim aşağıya, kulağım ağrımaya başladı. Hoca elimden tutmuş dibe çekiyo, ben kulağım ağrımaya başladı diye işaret edip direniyorum. Hoca sanıyor korktum. Hey Allaaammm ya. Kork-mu-yo-rum. Kulağım ağrıyo! Bir şekil 4.5 metreye inebildim. Bir şekilden kastım, hoca elimi bıraktı, sırtıma çıktı. Aşağıya aşağıya bastırıyor. Bu arada kafama tüp düşüp çarpıyor filan:) Yutkun, kulaktan hava üflemeye çalış. Ne balık gördüm ne bişey. Kafamda bir ağrıyla çıktım sudan. Daldım mı daldım:) Ama biraz ilginç oldu bu dalış. Dönünce soruşturdum ki aynen tahmin ettiğim gibi burnumdan ameliyat olduğum için ekstra basınç hissetmiş olmam normalmiş. Bi yol bulunacak, o kulaklar açılacak ve suyun altına doğru düzgün dalınacak.

Mercanlar ciddi koruma altında. Ellemek kesinlikle yasak, çok ciddi cezalar uygulanıyor. Binlerce yılda oluşan mercana dokunmak mercanın sonu demek. Ve evet, itiraf ediyorum ben mercan katili oldum. Bir dalga... Hoppp... Pansiyon mercana oturur.

Bir seyahat daha bitti. "Yavaş yavaş Hasan Şaş" travmasını atlatana ya da Mısırlılar bu milli tekerlemeyi unutana kadar Mısır'a tekrar gitmem söz konusu olamaz:) Bir sonraki sefere Nil boyunca uzanan tarihin izini süreceğim.

10 gün sonra başka bir kısa seyahat için Ürdün'e doğru yola çıkıyorum. Ohh be! Yeniden oksijen alıyorum.

acılı bir tur deneyimi (sharm el sheikh)

Sharm’a turla gitmek isteyenler okusun, diger okurlari bayabilir!!!

Cennet yurdumun deniz sezonu bittiginde 3-4 gunluk bir bayram tatili de denk gelmisse yurt disina acilmaya hevesli her Turk seyahat severin aklina gelen seceneklerden biri ne olur? Tabii ki Misir’in deniz turizmi ile unlu sehirlerinden biri Sharm El Sheikh... Yakin, ucuz, otantik ve evet, aynen soylendigi gibi deniz alti bir harika...

Ben insanlarin kolaylikla gittigi yerlere gitmeyi sevmem. Herkesin yaptigini yapmak siradan hissettirir. Erisilebilir olana erismis olmak yeterince iyi degildir benim icin. Kisiligimin hem takdir edilesi hem de asagilanasi noktalarindandir bu. Ahmaklik biliyorum. Sizden once ben soyleyeyim de buyukluk ben de kalsin:)

Abla Pansiyon ve Dido-Murat cifti yapmis program, ben de hazira kondum, eklendim gruba. Her ani ayri bir olaya gebe turumuz Carsamba gecesi basladi, P.tesi sabah son buldu.

Son ana kadar nerede kalacagiz, ucagimiz kacta kalkar haberim bile yoktu. Yola dusunce anladim ki habersiz olmak en guzeliymis. Zaten her sey belirsiz ve her an degisebilirmis. Adi sani bilinmez olsa da Sheraton Otel’de konaklama ayarlayabildigi ve makul gidis-donus saatleri vaadettigi icin secilen More Travel bu turda acentemizdi. Paralar odenmis ki, once otelin degistigi haberi gelmis. Efendim bu Araplar boyleymis, sozlerine guven olmazmis (Acenta aciklamasi!).

34 kisilik grubu 3 otele bolduler. Onden otel arastirip acentaya baski yapanlar yirtmis, kalanlar Raouf adinda kabus bir otele dusmus (Bizim hangi grupta oldugumuzu soylememe gerek yok sanirim. Herhangi bir tatilde Abla Pansiyon varsa yanimda, ben sadece bavulu alir cikarim evden. O hepimiz icin en iyisini dusunur ve gerekeni yapar:)).

3 kere kalkis saati degisen (20:30, 03:00 ve en son 06:00) ucagimiz bir de rotar yapinca sabah 7'den sonra ancak yola cikabildik. Sonunda Misir’a vardigimizda anlasildi ki, onden ayarlandigi sanilan vizeler megerse ayarlanmamis, kapidan alinacakmis (Misir’a giderken kesinlikle acentanizda kontrol etmeniz gereken bir mesele). Kapidan, gozlerimizin onunde 15 $’a alinan vize (60 Euro'yu biz hangi vize hizmeti icin verdik?) ile siniri gecmeye calistik; kavga kiyamet bin rezillik... o da 2,5 saat surdu. Turumuzun kifayetsiz rehberi ve onune gelenden tokat yiyen lokal acenta gorevlisi (abartmiyorum, oglana gelen bagirdi, giden tukurdu. Oyle sevilen bi insan yani) dunyanin en basarisiz operasyonlarindan birine beraberce imza attilar.

Otele vardigimizda ogleden sonra olmustu bile (Odaya girdigim an yataga kostum, bellboy henuz cikmamisti odadan, zaten cikisini gorecek kadar da uyanik kalamadim). En az gidisimiz kadar cileli bir de donus yasadik. Saat 20:30 once 03:00 oldu. Kalkis 4:30'u buldu.

Neyse ki grubun cogunlugu kadar igrenc (bocekli, pis, suyun akmadigi) bir otelde kalmadik ve aradaki 3 gun boyunca da kendi kendimize takildik.

More Travel’in igrenc operasyonuna dair sayfalarca yazacak kadar malzeme var elde. Tur sonunda More Travel Zedeler Grubu kuruldu. Muhabir bir arkadasin kameraya demecler verdik. Imzalar topladik. Sikayet dosyasi hazirladik. Super orgutlu bir sekilde calismalara basladik. “Kana kan. Intikam intikam”. Yasasin hakli mucademiz:)

18 Eylül, 2007

siftine siftine ogreniyorum

Ayni dili konusanlar degil, ayni duygulari paylasanlar anlasabilir
(Mevlana)

Bulent sagolsun, sayesinde yeni bir dil ogrendim: Konyaca.

Battıçıktı: Geçit
Doşşarma: Bunun ne oldugunu unuttum.
Buyuş buyurmak: Gerekli gereksiz emirler vermek:
Billor: Bardak
Gubuz: Ukala
Zınarmak: Vazgeçmek
Günaşık: Çekirdek
Sümsüklemek: Dürtmek, sarsmak
Ahraz: Anlama özürlü
Siftine siftine: Yavas yavas
Teşansür etmek / Çövdürmek: Isemek

Ayni dili konusmasak da, bir yerlerde ayni duygulari paylasan insanlar var, biliyorum.

17 Eylül, 2007

simdi yeni seyler soylemek lazim

Her gün bir yerden göçmek ne iyi / Her gün bir yere konmak ne güzel / Bulanmadan, donmadan akmak ne hos

Dünle beraber gitti cancagizim / Ne kadar söz varsa düne ait
Simdi yeni seyler söylemek lazim



Biraz işaretlere baktım, bir yazı-tura attım, ertesi gece Konya’daydım. Neden diye sormayın, yaptığım çoğu şeyin nedenini bilmiyorum. Umduğum için sanırım. “Ben yolda olayım da, umduğum beni bulur” inancı.


Konya’da tuhaf işlere bulaştım. Poligona gittim mesela ve hayatımda ilk kez gerçek silah kullandım. İç titreten bir deneyimdi, her atıştan sonra insan yerinden sıçrıyor. Ölümü düşündürdü bu deneyim bana... ve iyi-kötülüğü... Tanıdığım ve çok iyi insan olduğuna yemin edebileceğim insanların katilliğine tanık oldum ben. İçimizde her duygu var belki. Her an iyiye veya kötüye dönüşme ihtimalimiz de...

Mevlana okudum şehrin parklarında... Doğruyu-yanlışı sorguladım. Halk arasında yarı hacca gitmek gibi algılanan Mevlana Türbesi’nde oturdum, insanları izledim. Bir teyze beni heykel sandı:) Alaaddin Keykubat Camii’ndeyken ezan okunmaya başladı, ağladım.

Bir sehir daha akti hayatimdan... Kazandirdigi yeni sorular kaldi.

13 Eylül, 2007

hele bi gel

icinden geleni soyle, kalirsa yazik olur
hayata kusuverirsin, huzunler seni bulur




Haftalardir donuyorum... donuyorum... buhranin etrafinda. Bir adim sonrasi huzun... Ben yine kiyisinda.

Gulcin abla etraftaki isaretleri şu gunlerde belki de goremedigimi soyledi. Ben o sirada Donus Sergisi* hazirliklari nedeniyle her zamankinden bile daha ruhani evinde huzur yumagi olmustum bile. Koltukta ha uyudu, ha uyuyacak... Sahi ben niye kendimi kapatmistim yine evrene? Niye susmustum, niye yine "dogrusu budur" ceketimi giyinmeye calismistim ustume? Kesin olan sudur ki, dogrusu bana olmuyor. Ben anormal biseyler yapmazsam huzur filan bulmuyorum.

Mevlana'nin Konyasına yolcuyum yarın. Hamdım. Piştim. Bi yanmak kaldi.


* Gulcin Anil Donus Resim Sergisi: 20 Eylul-4 Ekim, Dolmabahce Sanat Galerisi

28 Haziran, 2007

kendi içimde buldum, bütün dünyalarımı

By Varol D.
ayaklarımı ekvatora
belimi kutuplara yasladım
kulaklarım geçti
greenwich meridyeninden
bir kelebeği öptüm
and dağlarında
bakire kızlar puro sararken
santiago'nun bağrında
taklamakan çölünde
serabını gördüm atlas'ın
ve daldım hoyratça içine
bütün mercanların
isfehan'da bıraktım
ruhumun kara şalını
ve tam 1257 metrede kokladım
özgürlüğümün erik tadını
uzadı gölgelerim
kapladı kanyonları
serinledi gölgemde
kutup dişli bir velet
serip ayaklarını
peninsula valdes'te
bulut oldum bembeyaz
indim oradan yağmurla
yıkadım caracas'ı
belimin çevresinde
meridyenler dönerken
ezbere puma geçti
kalbimin ekseninden

bilmiyordum gerçekten
dünyada aradığımı
kendi içimde buldum
bütün dünyalarımı

(Yaaa, çok sevdim dedim!)

Varol'un sipariş üzerine benim için yazdığı bir şiir daha var ki; bundan sonra düşünmeden pilav yeme lüksümü elimden alıyor:)


bir tencere dolusu
yalnız, üzgün pilav
içinde benim
pirinçlerim var
taşlarını kendime
mutluluğunu sana ayırdım
tam 100 derece
öz suyumda kaynattım
kalbimin üstünde
soğumaya bıraktım
tadına bile bakmadın
yüzüme bile bakmadın

bir tencere dolusu
gözü yaşlı pilav
içinde kırık dökük
pirinçlerim var

14 Mayıs, 2007

tales of a turkish princess

by Stephen Hall


Destiny is decided in mysterious ways. It was a chance encounter with a German orthopedic surgeon who had a love story that forged my friendship with a Turkish princess. I met the Princess and the surgeon when we were seated together at a restaurant in Ecuador. While we dined, the surgeon opened his heart to us and shared his painfully long sage of unrequited love… For the last 15 years he has been secretly in love with his cousin (multidimensional issue). They were very good friends but he never found the courage to tell her that he loved her. The Princess and I spent hours encouraging him to relieve his constipated heart. We later found out that he took our advice. It turns out that she also had a secret, she was in love with another man. I see therapy in his not so distant future. The Princess and I bonded over the surgeon´s story. We decided to set out on a mission to Colombia to help others who were lost in love.

Ozlem was the definition of a Turkish Princess. Prior to South America, she had only been on luxury vacations. She traveled with a giant red 30kg suitcase that was full of everything a modern traveler could want, but not carry. On the other hand, she was the same age as me, quit her job, and headed blindly to a place she knew absolutely nothing about. For this I could relate. It became painfully obvious that she needed a servant if she was going to survive this trip. And so began her search for a boy to carry her luggage and light her cigarettes.

I lost count of the number of times I heard her say "Poor Ozlem!” or “I’m going to die!" as we traveled along the most dangerous road in Colombia. Fortunately for us the Colombian government, paramilitary, and guerrillas have agreed that tourism is a good thing. Instead of being kidnapped and an ear being mailed home for random, the worst case scenario was that the bus would be high jacked, robbed, and burned. She made it over this hump but it wouldn’t be the last. Her solution was to fly but whether she liked it or not, even she had a budget. Our next bus got trapped behind a cattle truck on a muddy jungle road. The princess stood in the mud for hours, smoking, and god forbid, lighting her own cigarettes.

Accommodation was not always easy to find, especially with a boy-less princess towing her wardrobe-on-wheels along cobble roads. One time, I left her with the luggage and found a funky old colonial hotel that had baby ducks running free in the court yard. When she saw the room, her shrieks were heard by all, "I can not stay in such a place… I am going to die!" Apparently the baby ducks were not a selling point. That was the last time I was allowed to look for accommodation on my own.

When I first met the Princess, she had a small harem of young topless guesthouse boys willing to fulfill her every command. It didn’t matter if we were staying in a flea bag hotel; she always demanded 5 star service. I pitied the guys who had to carry her immense luggage up the stairs. In Bogotá, she met a man who ran a Turkish program at the University. Suddenly she was doing a series of lectures about her life and being dined and driven home by a chauffeur. The locals loved her, even though she addressed them in English. She could flirt her way through any situation with her smile and electronic Spanish translator. A lot of other travelers had never met a Turkish backpacker (if you could call her that). She kept promising to leave me, but if she had, I would have missed her.

Buses in Colombia generally don’t have AC; it’s cheaper to use refrigeration units. The constant police check points turned out to be a nice break from the cold. One night, we were stopped 3 times within a few hours. Each time the men on the bus were lined up, interrogated, and searched while the women were left alone. This special treatment made Ozlem feel even more like a princess than she already did. She took these searches very seriously. As I was interrogated, she made faces at me to make me laugh.

After a 13 hour, sleepless ride in a glorified refrigerator, we stepped off the bus to encounter our first dose of the Caribbean Coast’s sweltering heat. As we walked in a daze along the beach, we encountered a film crew for a travel show. The lady chose to interview me, but my proud smile disappeared when I was unable to answer any of her questions. I couldn’t even remember the name of the city. It made for a really stimulating interview.

After my third salsa infested country, I wanted to wear a t-shirt that said, Salsa is Dead. I hated salsa music but couldn´t escape it. We went to a gay bar is search of more refined musical taste but sadly found more salsa. It was everywhere. I can still hear the maniacal laughter of the princess as I was spun across the dance floor by a short Colombian guy who she set me up to dance with. Poor Steve.

Ozlem improved as a traveler over time. Eventually she went off on her own to see the rest of South America. It was not always an easy road to travel but it was good to have a friend to depend on and make fun of. Poor Ozlem.

26 Nisan, 2007

kadının adı yok


Endiseliydim yola cikarken. Uzun zaman yalniz seyahat ettikten sonra, sadece tek kisisini tanidigim bir ekiple yola dusuyor, buradan bakinca her an tepesinden bombalar yagacakmis gibi gorunen komsu ulkeye gidiyordum. Humeyni’nin seriatci Iran’ina. Aylarca “ozgur kiz” triplerinde gez, sonra tesetture gir. Enteresan bir deneyim olacagi kesindi.

Bir erkek ve 4 hatun; (hani bizi de sayarsak) toplam 5 kisiyiz. Basir ve haremi. Degisik yaslarda, sekil, tat ve duruslarda 4 isimsiz kadin. Ilerleyen gunlerde halkin seslenecegi sekliyle: Mr Basir & the others. Kadinin adi yok! Iran’dan kimselere adimi ogretemeden dondum.


Yola cikmadan yaptigim tek sey uygun kiyafet denk getirmeye calismak oldu. Catali gostermeyen ender sayida bluzumun kolu kisaymis. Kolu uzun olanin da "disi seni yakar, ici beni". Transparanlik diz boyu yani. Ahlak polisi duruma mudahale etmeli. Kesinlikle sinirlari zorlamis, hayal gucune hic yer birakmamisim. 3-5 seyi ustuste giymeyi akil edip, annemden aldigim sallari da bavula atinca operasyon tamamlandi.

Ucagin tum koltuklari dolup, kalkis ani gelip, var oldugu soylenen ekipteki tek tanidigim olan Mr Basir ortamlarda gorunmeyince dedim kendi kendime; herhalde o sahane espri anlayisiyla bir guzellik yapti, boyumun olcusunu aldirmak uzere beni Iran’a yalniz gonderecek. Ohh oldum. Macera yakin. Kalkisa hazirlanan ucaga Mr Basir son dakika yetisti. Ekibimizin diregi, basimizin taci, erkegimiz! Hareminin kalani da coktan ucaga binmis.

Itis kakis, gulus tanis Tahran’a vardik. Isimsiz hemcinslerim ve ben hemen kaynastik. Gece 3 civarinda vardigimiz Tahran Havalimani’nda ilk ayar: Errrrkek girisi ve kadin girisi ayri! Mr Basir bavullarini bize kakaladi. Yarasin. Kuvvet yapar!

Siraz ucagi sabah 6:50’de. Uykusuz, perperisan, kafamiza doladigimiz ortulerden zor nefes alir bir sekilde (meger boyun denen bolgemiz de havaya ihtiyac duyarmis) havalimaninda birkac saat kadar takilmaliyiz. Ben “heeyyt, yetti be” diyerek ilk saat sonunda doluyorum kafaya salimi. Otantik ozgur kizim yine; Hindistan esintili. Herkes bana bakiyor. Memnun oldum, ben de sizi seviyorum!

Mr Basir para tutusturuyor ellerimize. Huri ve ben, 12 dk’lik masaj koltuklarina kuruluyoruz. “Anlatilmaz, yasamak lazim” tadinda bir deneyim. Koltuk ayaklarimi sikiyor, sirtimi mincikliyor. Egilip bukuluyorum koltukla; canim aciyor ve gidiklaniyorum. Koltuk ve ben namunasip bir yakinlasma icindeyiz. Kikirdiyorum, oflayip pufluyorum. Mucadele bitip de koltuk diklestiginde farkediyorum, tamami biyiklilardan olusan seyirci kitlem olusmus. Halki selamliyorum.

Siraz’a sonunda vardigimizda rehberimiz Ati otele goturuyor bizi. Saftimiz kaymis ama gunler kisitli, program yogun. Hemen sari rengin hakim oldugu sehri kesfe koyuluyoruz. Adlarini ne o zaman, ne bugun asla ogrenemedigim cesitli tarihi mekani gun boyu ziyaret edip aksam 7’yi goremeden nallari dikiyoruz. Mr Basir gecelere akmis haremini uyutup.

Ertesi sabah dunyadaki en kiymetli antik sehirlerden olan Persepolis’a dogru yola koyuluyoruz. Pers Imparatorlugu’nun merkezi olan sehir, Buyuk Iskender’in gazabindan kurtulamamis, yakilip yeniden yapilmis. Iran’in tarihi ile ilgili bilgi almak isterseniz Zafer Bozkaya’nin yazisini okuyun.

Rehberimiz Behram enteresan bir adam. Onsuz kesinlikle Iran eksik kalirdi. Hafiz’in mezarinda bize ezberinden siirler okuyor. Mr Basir ve haremi iliskisi netlik kazandiginda, hepimizi sirasiyla yokluyor:"Pek hosmussun, evli misin?". Sevgili Behram, siir bilen erkeklerin prim yaptigi gunler bizim ulkede coktan tarih oldu. Zaman Calvin Klein don donemi. Pantolon biraz dusuk; egildikce boxer yukardan gorunmeli. Rengi ne kadar koyu, o kadar iyi! Siirin siir, askin ask oldugu zamanlara goturuyor Behram hepimizi. Bir seyleri ozluyorum. Anlamiyorum ama seviyorum okudugu dizeleri.

Oglen yemegi icin gittigimiz restoranda baklalar dokuluyor masaya. Gundemimiz benim uygun sekilde ortunmeyisim (Sacin gorunmemesi gerekiyorsa biz de kafamiza kep takdik, fena mi ettik?). Bir sure direniyorum ekibe; rehberi zor durumda birakabilecegim aciklamasini makul bulup teslim oluyorum. Ne zormus toplumsal baskilara dayanmak! Ertesi gun dahasinin mumkun olmadigi olcude ortunuyorum. Pişmişim, boynumda isilik cikmis, kasinti tutmus, icim sismis, gururum kirilmis, teslim olmusum...ne onemi var? Iranli erkekler, rejim, rehberlerimiz ve grup dinamiklerimiz yeniden guven altinda. Su kirbac olayina giremeden donecegim kesinlesti bu teslim olusla.

Isfehan’da fantazilerimi gerceklestirmem icin cesitli firsatlar daha doguyor. Girdigimiz kafede “kadinlar sigara icemez” yazisini gorunce celalleniyorum, hemen yakiyorum bir sigara. Garsondan da kustah bakislarla ates ve kultablasi istiyorum. Adimi soran yok, ama en azindan sigara icebiliyorum!

23 Nisan’da Ermeni Kilisesi’ne gidince gorduklerim fazlasiyla kiskirtici. Ermeni Cemaati (Isfehan’da 10 bin kadar nufuslari varmis) 24 Nisan’da Turk Hukumeti’nin soykirim iddialarini kabul etmesi icin miting duzenleyecekmis. Ben de miting’e soyunma eylemi ile katilsam; soykirim iddialarina, kuresel isinmaya, adimin olmamasina ve daha pek cok seye karsiyim desem... Iran’da linc edilsem, basima isler gelse, hapislere dussem... Yemedi. San sohret ve kahramanlik sansini teptim. Ermeni miting’i yerine Isfehan’i kesfe koyuldum.


Ne guzel bir sehirsin Isfehan!



Secilmis olaylari bu uslupla yazinca ortaya sevimsiz bir tablo cikiyor belki. Ama oyle degil durumun asli. Tum kizsal gerilimlerime ragmen Isfehan’da cok mutlu, cok huzurluydum ben.

Sehrin en guzel oteli olan Abbasi’nin bahcesinde cicek kokulari arasinda tembel tembel mayisirken...


Aksam cayevinde mecburen kahve esliginde yeni dostlarimin ic dunyalarina yolculuk ederken (liseli kizlar gibi ufak ufak kikirderken sessiz olmamizi buyuran garsonu dovmek istedim, o ayri)...

Isfehan’in meshur kopruleri ustunde gruptan ayrilip hayallere dalmisken...




Ne zaman tuttursem en cok Kolombiya’yi ozleten nargile keyiflerinde...





Benimle resim cektirmek isteyen genclerin arasinda (Evet, evet. Bende star isigi var! Onlarca kisinin albumunde fotografim var artik)...




Carsi pazar dolasirken "yurdumdan insan manzaralari"nin aynilari ile karsilasinca...

Mutluydum, huzurluydum ben.
Ozlemedim evimi.





Son gecemizi Tahran'da Ali Reza ile gecirdik. Harika anilar, yeni dostluklar ve "bizim" olmus yeni bir cografyayi cebimize katarak coplugumuze donduk. Her cesit on yargiyi, korkuyu arkanizda birakin. Dogunun gizemini, derinligini, felsefesini anlamak icin komsuya ziyaret yapin.


Bugun 1 Mayis; Iscinin ve Emekcinin Bayrami!!
On aylik aradan sonra is hayatina donecegim gun. Ne ironik degil mi? Kader utansin:)
Iyi ki yaptim su seyahatleri.
Iyi ki.

sairler sehri şiraz






Rindlerin Olumu

Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle,
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz’ı hayal ettiren âhengiyle.

Ölüm âsude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.

Yahya Kemal Beyatli







Sormaz ki bilsin,
Sorsa bilirdi.
Bilmez ki sorsun,
Bilse sorardi.

Sadi


Yel eser, umutlar savrulur gider;
Sensiz, bensiz kalır bağlar bahçeler;
Altın gümüş nen varsa harcamaya bak!
Olür gidersin, düşmanın gelir yer.

Omer Hayyam




Biz gamsız sarhoşlarız, aydın karanlıklarız
Hem kadehle solukdaş, hem ayrılıklarız!
Sevgilinin kaşları eğdi kaderimizi
O günden bugüne dek düşmüş yaratıklarız.
Ey gülüm, sen daha dün parçaladın göğsünü
Ama biz ta doğuştan kızıl şakayıklarız!
Lale gibi ortada yalnız kadehi görme
Şu yaramıza da bak, gör nasıl aşıklarız.
Şiirdeki renge, hayale bakma Hafız,
Sadece boş levhayız, dokundukça çınlarız

Hafız-ı Şirazi

iran, dogudaki yeni sevgili


Genellikle ben gectigim topraklara sonradan asik olurum. Simdi hafizamda kalan karelerin coskusuyla Iran’i ogrenmeye calisiyorum. Sanki Iran'a dogru atilacak her adim, kendime dogru atacagim bir adim. Siirini okuyasim, tarihini inceleyesim, asik olasim var.

Iran, dogudaki yeni sevgili.

20 Nisan, 2007

iran yollarinda

Sonunda yeniden yollara dusuyorum. Birazdan Tahran'a kalkan ucaga binecegim. Yine yeni yeniden havaalanindayim:) Tahran, Isfehan ve Siraz'dan olusacak kisa bir seyahat bu. Asli kiligimi gorunce beni iceri almayacaklarina kanaat getirdi. Pansiyon'un gardrobunda mutaasip bir kiyafet yokmus. Ne yapalim yani, gitmeyelim mi?

B Planim hazir. Beni almazlarsa aynen Urdun'e gidiyorum. Beni kimse eve gonderemez su dakika.

Sevinin kucukler
Ovunun buyukler
23 Nisan kutlu olsun

Laylaylom

Yasasin!
Ben yine yollarda:)
...

12 Ocak, 2007

yarı dünya seyahatimin özeti


Hatirlarsiniz, bu blog bir seyahat blogu olarak baslamamisti. Dost meclisinde Pansiyon ismiyle anilan evimin internet subesiydi. Blog ile birlikte hayat da surprizini yapti, 2006’nin yarisi yollarda gecti.
Binlerce kilometre yaptim; Kanada'dan, dunyanin en guneyine, 12 ulkeyi astim. Gittigim yeni sehirlerden daginik daginik yazarken seyahat notlarimi, soruyordunuz hep:

Nereden nereye gitmekteydim ben?

Istanbul-New York-KANADA (Toronto-Montreal-Quebec City-Montreal)-ABD (Atlanta-Miami)-JAMAIKA (Montegobay-Negril-Montegobay)-ABD (Atlanta)-EKVATOR (Quito-Latacunga-Saquisili-Otavalo-Tulcan)-KOLOMBIYA (Popayan-San Agustin-Bogota-Medellin-Cartagena-Santa Marta-Maicao)-VENEZUELA (Maracaibo-Caracas-Morrocoy-Caracas-Ciudad Guyana-Ciudad Bolivar-Canaima Ulusal Parki -Angel Falls- Ciudad Bolivar-Santa Elena- Gran Sabana)-BREZILYA (Boa Vista- Manaus- Amazon- Manaus-Brazil-Salvador-Morro de Sao Paulo- Salvador-Rio de Janeiro-Iquazu-ARJANTIN (Buenos Aires)-SILI (Santiago de Chile-Valparaíso-San Pedro de Atacama)-BOLIVYA (Uyuni-La Paz)-PERU (Puno-Titicaca Golu-Cusco-Machu Picchu-Cusco-Lima)- ARJANTIN (Buenos Aires)-URUGUAY (Colonia de Sacramento-Montevideo-Punto del Este)- ARJANTIN (Buenos Aires-Puerto Madryn-Peninsula Valdes-Rio Gallegos-Ushuaia-Tierro del Fuego Ulusal Parki- El Calafate- Los Glacieres Ulusal Parki ve Moreno Glacier- Buenos Aires)-ABD (Atlanta-New York)-Istanbul.


Sahi niye çıkmıştım bu yolculuğa?


Benim icin bile ani bir karardi yola cikmak, biliyorsunuz.

Her zaman ‘ote tarafta’ neler oluyor, neler yasaniyor merak etmistim ve hep dunyayi gezmeyi hayallemistim. Yine de bu hayali şu yaşlarda gerceklestirmek çok ihtimal dahilinde gorunmuyordu. Ogrenciyken inter-rail ile Avrupa seyahati yapmistim. Calisma hayatina basladiktan sonra da buldugum 3 gunden uzun her tatili, yurtici ve yurtdisi seyahatler ile degerlendirmistim. Dunya kısa tatillerle gezilemeyecek kadar buyuktu. Ogrencilik yillari treni kacmisti. Bir hayat kurulmus, is-guc sahibi olunmustu. ‘Baska bir baharda isler yavaslayinca’, ‘Piyango cikinca’, ‘Hayat garanti altina alininca’, ‘Makul bir yol arkadasi bulununca’ vb onkosullarin gerceklesmesine baglanmisti benim dunya seyahati.

Agresif bir sekilde is hayati icinde kendime yer acmaya calistigim uzun yillardan sonra her seyi bir sure icin dondurmak ve ‘serserilik’ yapmak, hayallerimde varsa bile planlarimda yoktu kisaca.

Bir gun!... Pilim bitti. Beni yakin gecmise kadar mutlu eden seyler mutlu etmemeye, yillardir ugrasarak yarattiklarim degerli gelmemeye ve enerji uretememeye basladim. Tikanmistim. Hayatimin duraklama doneminde, yelkenlimin ruzgarlarini sisirmek ve yollara dusmek icin bu buhrandan faydalandim.

Bildigimden farkli bir mucadele icine girmenin, hem de bir hayali gerceklestirirken, beni tazeleyecegini umdum.

umdum da, umduğumu buldum mu?


Hikaye aradim, hikaye oldum. Enerji aradim, enerji doldum. Huzur aradim, huzuru buldum.

Bilmedigim ulkeler ve cok guzel insanlarla tanistim. Doganin onlarca yuzunu ve muhtesem guzelliklerini gordum. Gun geldi yanardag patladi yan koyde, filmlerde olur sandigim felaketler dustu gundemime. Gun geldi hic tanisigi olmadigim okyanus dalgalariyla karsilastim, olum korkusunu tattim. Daglarda ve collerde issizligi yasadim. Once evrendeki bocek bile degilim dedim, sonra evrenin tum varligini, butunlugunu icimde duyumsadim.

Gecmisimi sorguladim. 2 kere 2’lerin 4 etmeyislerine, kurdugum denklemlerin cokuslerine sahit olmustum. Sindirdim tum bunlari. Uzerine su ictim. Tum kazik atanlari ve kendimi affettim.

Sonra her seyin aslinda insani adim adim bir yere hazirladiginin bilincine vardim. Olan her seyin bir nedeni var gibi gorunuyordu, sasirdim. Telasliydim cok hayatta. Duruldum. Sakinlestim.

2007’ye hayatimin her alaninda belirsizliklerle girdim. En belirsiz yilim benim. O yuzden de cok heyecan verici.

Yine soyluyorum hayatimin donum nokta sarkisini icimden, bagira cagira... Nesem, enerjim, pozitifligim halen dorukta:)

Hadi hazirlan eskileri terketmeye / Hadi hazir yuregim, yenileri farketmeye / Ve kulagim ayak sesinde / Biliyorum / Yola ciktim, coktan, yoktan geliyorum!

“Sen evrene gulersen, evren de sana guler” (mi?)
Bekleyip, ogrenme zamani !