13 Ağustos, 2009

van gölü-2: ahlat'tan van'a

Ahlat'tan...

Van-Bitlis Gezisi-2. gün (2 Mayıs, 2009)

Akdamar'ı ardımızda bıraktıktan sonra Bitlis'te kaç minare olduğunu saymak üzere yolumuza devam ettik. Üç bine yaklaşan rakımlara çıktık, karanlık dağ yollarından ve Tatvan'dan geçtik. Hava kararmış, karnımız acıkmış, kiralık araçtaki oynak Kürtçe türkü CD'si artık canımıza tak etmişti ki... sonunda Ahlat'taki Selçuklu Otel'e vardık.


Vardığımızı da duymayan kalmadı. Akşamın sekizinde terkedilmiş hissi veren karanlık ve sakin kasaba, ayak basış anımızla sarsıldı. Ne yaptıysam artık, park ettiğim arabanın alarmı çılgınca ötmeye başladı. Ama ne ötmek, yıkıldı ortalık! Haliyle garsonundan resepsiyonistine, komisinden müdürüne uzanan kalabalık bir ekipçe karşılanmış olduk. Vali gelse ancak bu kadar hareketlenirdi ortam:)


Hemen çaylar ikram edildi. Odamıza çıkamadan otel müdürüyle uzun sohbetlere daldık. Ahlat'ta ne yapmalı, ne etmeli? Dünyanın 2. en büyük krater gölünün Bitlis'teki Nemrut Krater Gölü olduğunu biliyor muydunuz siz? Biz bilmiyorduk. Cehaletimize utandık!
Otel müdürümüz, bölgenin yerlisi olan resepsiyonistimizin, ertesi sabah bizi gezdirmesini önerdi. Böylece uzmanıyla Ahlat'ta keşif turuna çıktık. Rehberimiz; eğitimli, inanılmaz beyefendi, 30'larında biri. Böylesi İstanbul'un 5 yıldızlı otelinde bulunmaz. Zeka, bilgi birikimi, nezaket diz boyu.
Biz tutturuk yapınca, gölü göstermek üzere Nemrut'a götürmeye çalıştı bizi. Yolların kardan kapalı olduğunu anlayınca mecburen geri dönmek zorunda kaldık.

Ahlat, buram buram tarih kokuyor. Tüm ilçe neredeyse bir açık hava müzesi. Türklerin Anadolu'ya girişi Malazgirt Savaşı kabul edilir, ama aslında Malazgirt'ten önce Ahlat'taymışlar. Vardır bu kabul edişin bilimsel bir açıklaması. Bölgenin tarihini hiç bilmeyen bir insan bile ilçede yarım saat geçirse, nasıl bir tarihin üzerinde dolaştığını hisseder. Hatırı sayılır bir alana yakılmış Selçuklu Mezarlığı, kümbetler, köprüler...
Emin Bayındır Köprüsü ve Ahlat'ın gülleri:)

Ahlat'ı nasıl anlatmalı, emin değilim. Siz en iyisi bilgi almak için şu yazıya tıklayın. Benim gözlemim; kişilikli, nitelikli, tarihi... ama garip bir sukunet vardı ilçede. Coşkulu yazmazsam -ki alenen yazamıyorum- beğenmediğimi sanmanızdan korkuyorum. İyi ki gittim, iyi ki gördüm, iyi ki o insanlarla tanıştım. Ama biraz yaşlı mı desem, ne desem?? Hani olur ya, bazı insanlar 20'sinde bile pek bir olgun olurlar. Saygınızı kazanırlar ama hep 'seviyeli' dururlar. Sanırım en doğru kelime 'ağırbaşlılık'... İşte Ahlat o insanlar gibi. Dünyaca ünlü bastonlarından almayı unutmayarak yaşlı ve ağırbaşlı Ahlat'ı ardımızda bıraktık.

İki günlük mini tatilimizi de, Van Gölü'nün çevresindeki turumuzu da yarılamıştık artık. Ceviziyle ünlü Adilcevaz'ı, Türkiye'nin 2. yüksek dağı Süphan'ı, pek güzel diyemeyeceğim Erciş'i ve tesis fukarası Muradiye Şelalesi'ni sırasıyla selamlayarak sonunda Van'a vardık.

Erciş'ten Süphan Dağı


Van'a...

Bitlis minareler, köprüler şehriyse... Van'da kaleler şehri. Bitlis ne kadar ağırbaşlıysa, Van da o kadar delifişekti... Van Gölü kıyılarında yaptığımız huzurlu yolculuktan sonra bu hareket bize fazla geldi mi, geldi. Akşamüstü ulaştık Van Kalesi'ne. Van'da civar ilçelere yayılmış daha nice kale var. Onlar da artık başka gezilere...

Van merkezle ilgili son yazı yakında!..

Hiç yorum yok: