30 Eylül, 2006

ada sahillerinde bekliyorum

Gecen haftasonu Aysil geldi ve Morrocoy’a gittik birlikte.

Aysil...
Benim cilgin, guzel, aydinlik yuzlu arkadasim...

O da bir arayan.
Varolus bicimi ile bana isik tutanlardan...




Morrocoy Ulusal Parki, Karayip kiyisinda irili ufakli adalari, tropikal agaclari, turkuaz denizi, lezzetli baliklari, kivrak kalcali insanlari ile ulkenin cennet koselerinden biri. Canlilik ve nese fiskiriyor her bir yanindan.

Guya Morrocoy tatilini Aysil yazacakti, tik yok.

Aysil Hanim, Aysil Hanim…
N’oldu bizim yazi? Sayfanin kalani sizi bekliyor. Lutfen doldurunuz bosluklari.

little venice, venezuela

Ulkeye gelen denizciler, yerlilerin su ustune kurulmus evlerini (palafitos) gorunce Venedik’i hatirlamis olmali ki, bu yeni topraklar Venezuela (anlami little Venice) olarak anilmaya baslanmis.

Niyeyse Venezuela merak ettigim ulkelerden olmadi hic. Guzellik yarismalarinda mutlak bir derece alan guzelleri disinda da bildigim bir sey yoktu hakkinda. Cehalet iste. Venezuela’da insanlar varlik icinde yuzuyor gorunmuyor ama dogal kaynaklari gercekten cok zengin. Devlet baskani Chavez ise basli basina bir hikaye. Ama bunlari yazasim yok simdi.

Baskent Caracas, Guney Amerika’daki diger ornekleri gibi. Daglarin kenarina kurulmus, yuksekte bir buyuk sehir. Muhtemel gittiklerimin en tehlikelisi ve gorulesi yeri en az olani. Tanistigim, konustugum hemen herkes sehrin potansiyel tehlikelerine karsi beni defalarca uyardi. O nedenle aksam disari cikmanin cilginlik olduguna yurekten inandim ve kirdim popomu, otelimde oturdum.

Caracas icin soyleyecegim tek sey, gereksiz bir yer. Mecbur kalmadikca gitmeye gerek yok.

25 Eylül, 2006

yolun acik olsun cuneyt

Gulin’e sordum: “Gulin, imdat! Yola cikmak istiyorum, ama yalniz cikmaya da korkuyorum. Yok mu bir bildigin?”

Varmis.

Yazdim Cuneyt’e: “He de, en iyi arkadasin olayim.”

Zamanlar denk gelmedi, rotalar denk gelmedi (Turkcesi: Cocuk cakal cikti, bu arizali kadinla mi ugrasacam yolda dedi, rotayi degistirdi). He demedi bana ama yine de arkadasim, yoldasim oldu. Ayni sancilari yasadik bu karari verene kadar. Paslastik her bilgiyi, cesaret verdik birbirimize.

Cuneyt cok yakinda dunya seyahetine cikiyor. 360 meridyeni asacak, bir yila yakin dolasacak. Yazmaya basladi bile: http://cuneyt360.com/

Seytan diyor, atla git doguya, kistir Cuneyt’i Hindistan’da. Seni reddetmek neymis gorsun gununu:) Ama diyorum sonra; nasilsa ozler yakinda Turkce konusmayi, O sana gelir, bekle. Hem dunya yuvarlak degil mi, kesisir elbet yollar bir yerde.

Kesissin yollar, he mi? Bari buna “he” de, be!

Yolun acik olsun arkadasim.
Kalbim seninle.


Not: Ben bu sabah havaalanina gidip denk gelen ilk uygun ucaga binmeye karar verdim, neresi olursa. Oyle bir reklam vardi galiba, ona ozenmisim sanirim vaktiyle:) Gittik, anyayi konyayi gorduk. Bir sehirde gecirilebilecek en kisa zamani gecirip aynen uzadim yan sehire. Dunyanin en yuksek selalesi Angel Falls'a gitmek uzere Ciudad Bolivar'a ulastim. Bir sure orman, bortu bocek insani olacagim ben. Jungle'da hamaklarda yatacagim, Gran Sabana'da dag bayir cikacagim. Sonra da Brezilya'ya kuzeyden bir dalis yapacagim. Kayitlara gecsin, kendimi asiyorum!

dardayim, yalanim yok

Dardayim yakanim yok / Baskin yedim dun gece.

Her seferinde daha igrenc bir yolculuk yasamamisim, bir daha da yasamak imkansizmis gibi geliyor. Uc gun gecmiyor ki yeni en igrenc otobus yolculuguna kavusuyorum. Bir sekilde hepsinin de tadi baska; ya morg gibi soguk olur, ya 50 kere aranir otobus, ya acayip eski puskudur arac ve her cukuru bogrunde hissedersin, ya yollar cok dagliktir, miden bulanir.

2 gun onceki gece (yani Santa Marta’daki son gecem) hic uyumayarak siniri gecmek uzere sabahin korunde gara gittim. Bufede benim sirami kapmayan calisan cocugun icabina baktim. Bi akilli ol, di mi? Elin Kolombiya’sinda, dil iz bilmezsin. Nerene guvenirsin? Nereme bilmem, ama guveniyorum iste bi yerime. Oglan toz oldu, sira bana kaldi. Kesin o oglanin ahi tuttu. Hep boyle olur bana, hakli bile olsam davamda, birinin sinirini bozduysam benim de canim yanar.

Her zamanki gibi gec kalkan otobuste, tek bos yer, en arka sirada uyumakta olan adamin yani, cam kenari. Durttum adami, uyandi ama kipirdamadi yerinden. Akrobatik hareketlerle uzerinden kaymayi basarip sigistim bana kalan yere.

Adam uyumakta. Sag eli gorunmez durumda, kalcasinin altina koymus sanirim. Haliyle benim kalcanin hemen yani olmali. Bacaklari da acmis, benim koltugun yarisini kapliyor futursuzca.

Adamla kic kica, bacak bacaga gitmekteyiz. Her hucremle nefret ediyorum o dakika adamdan. Ne cesit oflamalar icine girdiysem artik, fazla dayanamadi, toparlandi ve daha efendi bir pozisyonda devam etti uykusuna. Bu seferde klima yuzunden donmaya ve adamdan aldigim isiyi ozlemeye basladim. Bu celiskiler icinde ben de bayilmisim.

Gozumu sinir kasabasi Maicao’da actim. Otobusten indigim gibi bir takim adamlar uzerime atladi; biri taksi diyor, bavulumu kapmaya calisiyor. Oteki cambio diyor. He dedik, bavulu alan adam ucarak uzaklasti. Bir dur be adam, yoldan geldik, belki bi ihtiyacimiz var. Bagir cagir onu da durdurdum, kaptim bavulumu, tuvalete gittim. Yolun kalanindan aldigim ayar da bu adamin ahindan gelmis olmali.

Taksi dedikleri sey, 70’lerden kalma, Turkiye’de tarih boyu ornegi gorulmemis, ince uzun her yeri dokulen bir arac. Guya 2 saatte bizi sinirdan gecirecek ve Venezuela’nin 2. buyuk sehri Maracaibo’ya ulastiracak.

Bu 2 saat her zamanki gibi 5 saat oldu. Gunesin alninda (deniz seviyesine indik ya, simdi de pisiyorum, dogal olarak aracta AC filan yok), dunyanin en sisman taksi soforu ve baska bi adamin ortasinda, her 2 taraftan da nokta bosluk kalmayacak sekilde cepecevre sarilmis durumdayim. Adamlarin ciplak kollari, kollarimi yakiyor. Temasi bir miktar azaltmasini umarak tulbentimi sariyorum.

Kolombiya’da yaptigim uzun yolculuklarda otobusler ortalama 3 kere durdurulmustu. Kolombiya sinirindan ciktik ya, cilgin Venezuela polisi adim basi yol kesiyor. 12 kere polis kontrolu icin, 3 kere taksi degistirmek icin (son taksinin ilk taksi ile ayni olmasini biri bana aciklasin), 2 kere de bakkaldan sofor bira alsin diye (!) duruyoruz.

Sicak inanilmaz boyutlarda. Ve aracta herkes bagira cagira konusuyor. Birbirleriyle dovusuyorlar galiba. Yanimdaki arada bana da rapor vermeye calisiyor, tartistigini dusundugum arkadaki kadini cekistirdigini saniyorum. Sonra bir zaman geciyor, hep birlikte guluyorlar. Anlamadim ben bu isi. O bagirtilar neydi?

Yol hemen bitmezse cildiracagim. Yol hemen bitmiyor ama cildirmiyorum da. Neyseki yasanan her fiziksel aci zamanla unutuluyor. Yoksa benim 20 kere donmem kacinilmazdi.

Muhtemel isitme engelli ve tuhaf sesler cikarirken surekli koluma dokunma ihtiyaci hisseden, kim oldugu kesinlikle belirsiz adama bavulumu emanet edip 4 saat kadar takiliyorum Maracaibo terminalinde (o dakika esyalarim bile umurumda degil, oyle canimdan bezdim), Caracas’a kalkacak yeni otobusumu bekliyorum.

Sansima yanima Ingilizce bilen bir muhendis dustu son otobuste. Kameraya cekiyor biri. Guvenlik cekimiymis bu. Otobuslerde hirsizlik oluyor diye gecen yil baslatmislar bu uygulamayi. Ben de gozlugumu cikarmami isteyen kameramanin, reklam filmine musteri gorusu almaya calistigini sanmistim:) Gecenlerde Arjantin televizyonu ile roportaj yaptik da Cartagena’da, ondan havaya girdim.

Bunlari niye yaziyorum? Cunku bu sekil bir yolculugun kolay olmadigini, bin cesit sefil halle basetmek gerektigini bilin istiyorum (yani ara ara beni ne kadar kiskandigini yazan kisiler, bir daha dusunsun). Ama su igrenc yollarda arada oyle guzel insanlar dusuyor ki, katlanmak gerekiyor cilelere, iskalamamak icin o insanlari.

“Sizde ne degismediyse, siz O’sunuz” seklinde bir saptamasi vardi galiba Ahmet Altan’in. Konfora alismak cok kolay. Yillarca mutlulukla yasadim o konfor icinde. Ama bunlar benim vazgecilmezim degilmis demek ki.

Merak, yeniden baslama gucu ve asabiyet.
Iste bunlar benim degismeyenim:)


Not: Bu 3-4 gun oncenin yazisi. O gun cehennemi yasadim, son 2 gun ise cenneti. Yazacagim elbet:)

19 Eylül, 2006

cartagena de indias


Karayip kiyisindaki, Lonely Planet’in tum Guney Amerika icinde gorulmesi gereken ilk 20 mekan listesinde yer verdigi kolonyal sehir: Cartagena. Latin Amerika’nin giris kapisi, Ispanya’nin zamaninda Karayiplerdeki ana limani. St. Fernando Kalesi ve sehri cevreleyen surlariyla gunumuzde Kolombiya’nin belki de en onemli turistik beldesi.


Sehri sarmalayan surlari, geceleri restauranta donusen meydanlari, sokak danscilari, sanatcilari, faytoncular, hediyelik esya dukkanlari ile Cartagena, Avrupa’daki tarihi sehirleri andiriyor. Manzara benzer, ama tabii ki malzeme ayni degil. Kolombiya kanina Karayip kani kat, ustune de biraz Orta Dogu, olur sana Cartagena’li.

Her cesit insan var burada. Civar adalarda yasayanlar agirlikla zenci. Avrupadan tatile gelip kalanlar var. Bir de Turko denen gocmenler. Orta Dogu ya da Kuzey Afrika’dan gelmis herkese burada Turko deniyor (Nasil yani Sharika simdi Turko mu?). Osmanli’nin etkisi olabilir diye dusunmustum, oyle degilmis. Bahsi gecen gocmenler zamaninda Turkiye’den pasaport satin alarak buraya gelip yerlesmis. Simdilerde de Kolombiyalilar zengin bati ulkelerinde calismaya gidebilmek icin Venezuela pasaportu almaya calisiyor.

Shakira’nin kuzeni oldugunu soyleyen bir Lubnan asilli Kolombiyali ile tanistim. “Vallahi benim kuzenim, birlikte resimlerimiz var” diye de yemin etti. Sanki ben bisey dedim:) Gozumde televole haberleri canlandi, orada olur ya boyle hikayeler. “Zengin oldu, ailesini unuttu. Höö.”

Her koseden bir satici firliyor, dakika gecmiyor ki biri gelip ya para istiyor, ya da birsey satmaya calisiyor. Bir yandan israr ettikce onlar kiziyorum, diger yandan bakiyorum hallerine. Zor hayat. Bu sicakta.

Cartagena yakinlarinda Volcan de Lodo El Totumo denen bir yere gittim. Niyeyse aktif volkan gorecegi saniyorum, adi volkan ya. Ekvator’da kacirdim yanardag patlamasini diye hala uzulmekteyim. Sormustum da gitmeden aktif olup olmadigini. “Aktif” dediler. Bizim volkan meger lav degil, camur puskurtuyormus. Bi de el kadar bisey. Merdivenle tirmandik tepesine. Kilavuz kitaplari bosuna mi yazdilar, okusana be Ozlem:)

Deniz cok basarili degil bu bolgede. Jamaika’daki turkuaz renkli sulari hayal etmistim. Keyiflerine duskun adamlar. Denize karsi hamak keyfi. Ohh. Gel keyfim, gel.

Hic bir yerde cok surmuyor mutluluk. Yollar bekliyor. Bugun Santa Marta’ya geldim. Yarin Venezuela’da olacagim umarim.

Bir donem kapaniyor hayatimda. Neredeyse 1 aydir birlikte yolculuk ettigim Steve’den ayriliyorum. Beni gormek icin 2 gunlugune Caracas’a gelecek cilgin arkadasim Aysil’la bulusmak icin:) Cok komik ama neye ihtiyacim olsa, Hizir imdadima aninda yetisiyor. Yollarin mucizesi midir bu? Bilmiyorum.

Otobuste yer olmadigi icin yine sinir asma operasyonlarini kendi basima cozmem gerekecek. Off dedim. Imdat dedim.

Sonra mi? Ben yeniden yalniz kovboyum.

18 Eylül, 2006

huzunlu pazar ve anglosakson cinnetim

AV: Aaa, Turk musun?
TG: Hii, oyleyim.
AV: Ilk defa bir Turk gezginle (TG) karsilasiyorum da.
TG: Dogrudur, benim memleketimde insanlar ekmek derdinde. Senin gibi tuzumuz kuru degil anglosakson velet (AV). Sahi ne is yapiyordun sen memleketinde?
AV: Metro gorevlisiydim. Kasim´da Ingiltere´ye gidecegim. Uc ay calisip Arjantin´e gececegim.
TG: Gercek bir gezginsin yani, atalarin gibi.

Peki, peki. Bu dialog bire bir olarak boyle yasanmadi. Ic sesimi de kativerdim replige.

Kimdir bu gezginler?
Genellemek, kategorize etmek icin belki erken ama tutamayacagim kendimi. Sonra icap ederse tukurdugumu yalar, hata etmisim derim. O kadar da luksumuz olsun.

Haliyle cesit cesit insan var yollarda:
- Geckin yastaki, ezeli ve ebedi gezginler (Varliklarini biliyorum, henuz denk gelmedim).
- Orta yasa yakin, hadi kayiralim kendimizi, ileri yas genc gezginler. Bu grup ya punduna getirmis 1-2 ay izin yaratabilmis, ya da yetti canima calismak, ev taksidine girecegime catir catir yiyecegim paralari diyenler.
- Israilli gezginler. El kadar ulke bu kadar gezgini nasil cikariyor diye merak ediyordum, durum anlasildi. Askerligini tamamlayan biriken maasini tuketmek icin solugu yollarda aliyor (Erkekler 3, kadinlar 2 yil askerlik yapmak zorunda). Ice kapanik model bunlar, biraz tuhaflar.
- Avrupalilar: Kuzey Avrupa veya Italya agirlikli. Genelde bu tiplemeler duzgun cikiyor. Daha bir yasini basini almis, yasadiklarinin bilincinde olan, akli basinda tipler.
- Ve Anglosaksonlar. Tanistigim 3 kisiden biri kesin Ingiliz. Onlari Avustralyalilar takip ediyor. Arada tek tuk de kuzey Amerikalilar denk dusuyor. Niyeyse uyuz oluyorum bu gruba. Yolculuk kolay bu grup icin. On sekizinde bile olsalar geldikleri ulkenin ozguveni ve kibiri uzerlerinde. Her gece iciyorlar. Dil birlikleri de var, hizla kaynasiyorlar birbirleriyle. Kizlar zaten gece olunca papatya. 10 kg´luk cantalarina gece icin uygun kiyafet nasil tikistirdilar ben cozemedim. Erkeklere gore sayica azlar, bu da onlarin her daim populeritelerini koruyacaklari anlamina geliyor. Ben Steve kontenjanindan bu gruba kenarindan bulastim da bol bol gozlem yapabildim:)

Ucuncu dunya ulkelerine konuclanan culsuz, dusuk seviyeli, tembel Ingiliz boburlenir ciktigi seyahatten. Yilda bir kac ay calis, kazandigin parayi git gariban ulkerde aylarca ye, her gece ic, geyik yap ve kiz dusurmeye calis. Uyuz oluyorum.

Turk gezgin fazla yok, evet. Cogu Turk´un bunu yapacak ya parasi, ya dili, ya zamani, ya ozguveni, ya da hayali yok. Bunlar varsa bile donusunde ne yapacak, kolay bir ulke degil ki Turkiye? Herkes gelecek kaygisi icinde. Sifirdan baslamayi goze almak icin biraz kirik olmak gerekiyor.

Bizim milletimiz meraklidir ama ayni zamanda evine, ocagina, esine dostuna duskun. Merak etse de diger topraklarda neler olmakta, bu duygusu agir basar, kipirdamaz yerinden hem. Canim memleketim.

Ne diyorum ben, off!
Dunyanin ote ucunda issiz, gucsuz, dostsuz, selamsiz ve sabahsiz...
Pazar gunleri burada da huzunlu.

16 Eylül, 2006

sonsuz siddet sehri: medellin

Bir mekanla anilan kisiler ya da tam tersi bir kisiyle anilan mekanlar vardir. Medellin buyuk uyusturucu kartelinin lideri Pablo Escobar’la anilan bir sehir. Bir kac gun once yolum dustu, Escobar’in izlerine rastladim.

Enteresan bir kisilik Escobar; kimileri icin halk kahramani, kimileri icinse insanligin yuz karasi. Nasil anilirsa anilsin, dunyanin kaile almak zorunda kaldigi ve bir sekilde tarihe gectigi kesin.

Fakir bir ogretmen cocugudur, ufak tefek kuryelik isleri ile baslar bu islere. Gun gelir dunyanin en zenginler listesine 7. siradan giriverir. Zenginliginin boyutlari enteresandir; devlete tum dis borclarini bir kalemde kapatmayi onerir, olumunden sonra ciftliginde bulunan nakit paralari 20 gunde tartilarak hesaplanabilir.

Fakirin dostu oldugu soylenebilir; devlet destegi alamayan yuzlerce kisiye ev yaptirir. Medellin onun sayesinde ulkenin tek metro hattina kavusur. Sehir stadyumu ve onemli pek cok yapi yine onun destegi ile tamamlanir.

Hapis yatar (kendi rizasiyla girer iceri, ama kendisine ozel hapishane yaptirir), nakledilmesi gundeme gelince firar eder, parlementoya secilir ama bir gun sonra istifa eder, bin kisilik ordusu vardir ama 93 yilinda yine de oldurulmekten kurtulamaz.

Eski filmlerdeki delikanli mafya babalari canlandi gozumde. Iyi ile kotunun sinirini cizmek bazen o kadar da kolay degil belki de.

Bir baska Escobar daha var ki, o da ayri bir ilginc. 1994 Dunya Kupasi, Kolombiya-ABD’ye karsi. Milli futbolcu Andreas Escobar kendi kalesine gol atar ve ulkesinin kupadan elenmesine sebep olur. Mac sonrasi yapilan ropartajda su sekilde beyanat verir: “Cok uzgunum, ama oldu bir kere. Yasam devam ediyor.” Sen oyle san aptal Andreas, bunu yanina birakirlar mi? Ulkeye dondukten bir kac gun sonra onun da sonu Pablo gibi gelir. Mekan yine Medellin’dir.

“Sonsuz Siddet Sehri” Medellin. Simdilerde “Sonsuz Bahar Sehri” olarak eski unvanini degistirmeye calisiyor.

06 Eylül, 2006

elveda kokos hayat


Bazen odanin ortasinda tuvalet oluyor, bazen bocek (ben bocekten ne cok korkarim bilirsiniz). Ucuz ucuz kokuyor odalar. En son ne zaman soyle saglam bir temizlik gordu, Allah bilir.

Arada sicak suya denk geliyoruz, genelde sular soguk burada, yikan yikanabilirsen. Hani yalniz kalsam sallayacagim kesin. Kokarak yasayacagim. Aptal batililara karsi ulkemi temsil ediyorum, bi tarafim donaraktan yikaniyorum mecburen.

Gecede 1-2 dolar kurtaracagim diye Steve´in horultusu ile uyuyorum genelde. Arada esit fiyata single oda buluyoruz da, ohh, yatiyorum sessiz sessiz.

Ucak biletleri can yakiyor, yani neredeyse her ulkeye TR´den gelip gidecegim, o derece pahali. Otobuse biniyorum ben de, kalacak degilim ayni yerde. Dag tepe demeden en dandiginden otobuslerle koca kitada ilerlemeye calisiyorum. Tembel tavsan degilim ben, caliskan kaplumbagayim. Yavas yavas ilerliyorum. Bogota´ya gelirken yolda otobus 3 kere arandi. Degerli ne varsa alsinlar da, kurtulayim en iyisi.

Geceler soguk, guya Ekvator hattina geldik. Adamlar dagin basina sehir kurmuslar, geceleri 3 battaniye ancak yetiyor, henuz herhangi bir binada isitici gormedim. Iyi ki getirmisim meshur kirmizi kalorifer pijamami.

Diger gezginlerin yasi yirmiler civarinda, hepsi backpacker, 10 kg tasiyorlar ortalama. Ay gibi parliyorum aralarinda, yasli bedenim ve 30 kg´luk bavulum ile. Bu yasta 2 don, 2 gomlek yetmiyor iste. Hem kemikler usuyor, isitmak lazim. Romatizma yakin. Ite ceke gidiyoruz hala, bavul ve ben.

Yatagimi ozledim, hemen her yatak V seklinde, belim agriyor. Pofidik koltugum, televizyonum, canim kitaplarim (en cok onlari ariyorum), her daim 30 dereceye ayarli guzel evim. Ahh arabam. Koyardim bi Manga CD´si, bagir cagir soylerdim giderken.

Kokos diyenler tas olur su dakika. Ayiptir Hafiye Hanim! Ben artik cok degistim.

Bi tek anlamadigim Steve´in bana niye prenses dedigi. Degilim ayol.
Fakir ve mutlu bitli turistim:)


Not: Hala Bogota´dayim. Burada hikayeden bol bisey yok. Heyecanlaniyorum dusundukce. Yazacagim ilk firsatta. Ne guzel insanlarla tanisiyorum bilseniz.