29 Haziran, 2011

kore haftası'na davetlisiniz!

Yakın çevrem iyi bilir, Pansiyon okurları da yakalamış olabilir, son 6 ayımı Güney Kore'de yaşıyormuş gibi geçirdim.

Evde gün aşırı erişte pişer oldu (pişer dediysem abartmayalım canım, üstüne kaynar su dökünce pişen cins erişteden bahsediyorum:P). İzlediğim film ve dizilerden Koreceyi sökmek üzereyim. Günde 3-5 kez; aigooo, ottukee, dee gibi Korece kelimeler söylüyorum içimden. Yoldan geçen adama 'acuşii' diye seslenesim var. Kore Kültür Ateşesi ile mi buluşmadım, The Korea Herald gazetesi ile röportaj mı yapmadım. Türkler bizim kültürümüzü niye ilginç buluyor konulu araştırmaların danışılan kişisi haline gelmeme kendim bile şaşkınım:)

Onca coğrafyadan geçtim, onca halkla kaynaştım, ilk defa bir ülkeyi daha gitmeden sevdim. Gitmeden tanımış gibi oldum çünkü. Oturduğum yerden. Gezmenin böylesi de güzelmiş yahu. Hem de bedavaymış:) Niye sevdim, neyi sevdim, ben de ne gibi garip bilgiler birikti, hepsini aktaracağım.


Özlem-Pansiyon'da bir nevi
Kore Haftası yaşanacak;
aktif katılımlarınızı bekleriz efendim:)

27 Haziran, 2011

burslu gezginler, hürriyet seyahat'te

Her çiçeğin kar altından güneşe giden masalında / Yaşamak yeniden tazelenir, yeniden anlamlanır / Işığa uzanırken kardelen kış rüyasından / Ümidin mucizesiyle, sevince uyanır.



Gözle biçim biçim / Kalple anlar içim / Ayrı gayrı olmaz / Sen yoksan, ben hiçim.


Aç kardelen, aç!...

23 Haziran, 2011

pabucu yarıım, çık dışarıya oynayalııım

Bir önceki yazıya ben de bir yorum yapayım derken, yanıtı uzattım da uzattım. Buraya taşalım madem:)

Bazen gönderilen mesajlara hayret ettiğim doğru (Bknz: Mektup 4). "3.5 yıldır konuyu böyle mi araştırıyorsun hocam? Senin yolun yol değil" demeyi istemedim mi o örnekte, istedim. Pansiyon için fiyat soran kişilere "Nerede olduğu hiç mi mühim değil bu pansiyonun? Fiyat makulse kalacak mısın?" diye sorasım da geliyor. Yine de garip pansiyon mektuplarını, yazarlarını aşağılamak için paylaşmıyorum. Ben hiç mi şaptilik yapmıyorum, illa ki yapıyorumdur. Birileri de benim şaptiliklerimi Nasreddin Hoca fıkrası gibi anlatsın.

Sanırım görünür kılmak istediğim (yorumlarda geçen muhakeme kabiliyetsizliği ve beyinsizlik değil); 'sense of humor' ve oyun arayışı noksanlığı… Oyuna icabet eden numunelik arkadaş da "yalnız bir erkeğim"e bağlamış durumu, oynadığıma değmez ayol:P

Arada ayağınıza bi top düşer. Topa bi tarafınızı dönebilir ve 'ağır' hayatınıza devam edebilirsiniz. Ama topu 2 kere sektirip oyuna katılacak biri var mı diye bakmak da bi seçenek. Halim varsa, benim denemeye değer bulduğum bir seçenek.

Bire bir alakalı değil; ama aklıma gelen, sandıktan 2 anı size.

İkibinlerin başı. O zaman bir reklam ajansında çalışıyorum. Ajansa üzerinde "Haluk Levent/ posta no: XX/ İstanbul" yazan bir mektup yanlışlıkla gelmiş. Lüzumsuz İşler Müdürü olduğumdan bana verdi mektubu sekreter, ne yapalım diye. Postacı bulamamış, ben nasıl buliim Haluk Levent'i? Ee, haliyle açtım okudum. Liseli bir oğlan: "Sevdiğim kız sizin en büyük hayranınız. Noluuuur, onu bi kere arayın, benim onu sevdiğimi söyleyin, sizden etkilenir" diye yalvarıyor. Verdiği numaradaki kızı aramaya ve iletişim becerilerimi konuşturmaya karar verdim (elime mi yapışır?:)). "Kızım, bu oğlan sana hasta, bundan iyisini mi bulcan, bi dolu uğraşmış bak" filan dedim. İki gün sonra oğlandan "işlem tamam" şeklinde bir açıklama mesajı geldi, sevindim. Aradan yıllar geçti ve bir gün Haluk Levent'in yolu Pansiyon'dan geçti. Onun adına gerçekleştirdiğim bu zorlu görevi anlattım, beraber güldük. Genç aşıklar ya da Haluk bu olayı hatırlar mı, pek sanmam. Ben hatırlıyorum ve hala kendimle eğleniyorum. Olayımız bu. Yoktan hikaye yaratmak.

Benzer yıllar, aynı ajans, bu sefer anlaşılamayan bir telefon. Aynı sekreter X firmasının reklam filmiyle ilgili arayan ve kime aktaracağını bilemediği beyi, bendenize bağladı. X firması müşterimiz değil, bahsettiği işle alakamız yok, belli ki hatlar karışmış. Z Bey'in alakasız bir ajansı aradığını anladım ve niyeyse kendisine yardımcı olasım tuttu. Üşenmedim X firmasının pazarlamasında çalışmakta olan arkadaşımı arayıp Z Bey'in ulaşmaya çalıştığı ajansın hangisi olduğunu öğrendim, o bilgiyi de Z Bey’e sms attım (yine aynı mazeret; elime mi yapışır?:). Aradan 1-2 hafta geçti, beklenmedik bir telefon. Tamamen unuttuğum Z Bey, "Yarın yeni filmim Yazgı'nın galası var. Sizi davet etmek ve uğraştığınız için teşekkür etmek istedim" diyor. Ancak o an Z Bey'in Zeki Demirkubuz olduğunu anladım. O vakit davetine icabet edememiş olsam da, yazgımızda varsa:), bir gün nasılsa denk geliriz (biraz dürtmeden de zarar gelmez tabi:)) ve nazik 2 kelamdan ötesini ederiz diye düşünüyorum.

Diyeceğim şudur ki sevgili okurlar, hayat sıkıcı. Neşelenmek için, daha çok bahçeye çıkmalı ve oyun oynamalı.

22 Haziran, 2011

mektup 6, 7, 8, 9

Ç: Merhaba, Şili'ye tur var mı acaba?

Özlem: Bilmem. Acenta yetkilisine mi benziyorum?:)

Ç: Bilmem burs falan denince öyle sordum.

- alaka kurmaya çalışmaktansa, susmak daha kolaydı. yazışma burada bitti:)

......................................................

O: Pansiyon için size herhangi bir telefondan ulaşmak mümkün mü? Teşekkür ederim.

Özlem: http://ozlem-pansiyon.blogspot.com/2011/01/mektup-3.html

O: Peki ben gönderdiğiniz telefon numarasından ulaşıp rezervasyon yaptırayım o halde :)

Özlem: Müşteri velinimetimizdir:) Bekleriz.

O: İşte bekliyemiyorsunuz şu durumda, zira ilk mailimde bir telefon numarası verebilir misiniz demiştim, bana link göndermişsiniz. Orada telefon numarası yok farkındaysanız hanımefendi.

- doğal olarak yazışma yine bitti:)

.......................................................


M: Pansiyonunuzu bir blogtan okudum. Az biraz bilgi verebilir misiniz?

Özlem: O bloga yeniden dönmenizi oneririm:)

M: Sanırım yanlış anlaşılma olmuş. Fakat ben size gmail'den mail atmama karşın, sizin yanıtınız iş adresime nasıl ulaşabildi?

Özlem: Reply yaptım, mesaj nasıl iş adresinize ulaştı bilemiyorum tabii. Ama bunun benim marifetim olmasini isterdim:) Kendinize iyi bakın.

......................................................

F: Merhaba. Tek başıma biraz da başımı dinlemek için Hasankeyf civarına 5-6 günlük bir gezi yapmak istiyorum. Sakin, kalabalık olmayan pansiyon veya otellerin olduğu yerlere gitmek istiyorum. Eğer vakit bulabilirseniz biraz tavsiyede bulunabilir misiniz? Olumlu-olumsuz geri dönüş yaparsanız sevinirim. Planımı ona göre oluşturacağım.

Özlem: Merhaba. Ben Hasankeyf'e Mardin'de konaklarken günübirlik gittim. O bölgedeki otelleri/pansiyonları bilmiyorum açıkçası. Bu mevsimde yer sıkıntısı çekeceğinizi sanmıyorum ama. Belki de en güzeli önce oraya ulaşmak, sonra hayatın size sunacağı seçenekleri yerinde değerlendirip karar vermektir:) Umduğunuz gibi başınızı dinleyeceğiniz bir seyahat diliyorum.

F: Teşekkürler. Otobüsle gideceğim için, yer aramak istemedim. Hava da oldukça soğuk. Mardin'de tavsiye edeceğiniz otel varsa sevinirim. Israrcı olup sıkmak istemem ama illa bir tavsiye de istiyorum sanki:) Teşekkürler.

Özlem: Bence potansiyeli sezdiniz; artık tavsiyeden çok, muhabbet istiyorsunuz:) Seyahatten gerçek beklentiniz ve ihtiyacınız, kafa dinlemek olmayabilir diye aklıma geldi hemen.

Grupça bir tatil olduğu için ben Mardin'de Erdoba Konağı'nda kalmıştım. Güzel bir konak ama yalnız gitsem daha mütevazi bir yeri tercih ederdim. Gereksiz maliyet yaratacağı için çok da önermem. Cerciş Konağı'nı yemek yemeniz için mutlaka öneririm ama. Verdiğiniz paraya değer. Yardımcı olduğumu pek düşünmüyorum ama çabalamadım değil:)

F: :)) Yardım çabalarınız için teşekkür ederim. Sanırım bu geziyi ertelemek durumundayım. Mesleki zorunluluklar vs. Seyahatten gerçek beklentim başka ne olabilir ki; sonuçta bekar, genç ve yalnız bir erkeğim. Kafa dinlemek için yapılacak bir geziden daha güzel ne olabilir:)

- sizce yazışma burada bitti mi, bitmedi mi? :)

.....................................................

Pansiyon değil, yol geçen hanı mübarek:P

Hancı sarhoş, yolcu sarhoş...

20 Haziran, 2011

seyahat bursiyerleri belli oldu!

Bir değerlendirme sürecinin daha sonuna geldik. Tamamı gezgin ve neredeyse tamamı yazan toplam 15 kişilik Seçici Kurul üyelerinin puanlaması sonucu Genç Gezginler Seyahat Bursu'11 bursiyerleri belli oldu!

Her finalist en az 2-3 jüri üyesinin favorisi idi. Adayların puanları değerlendirme boyunca birbirine yakın seyretti. Son ana kadar bursiyerler kesinleşmedi.

GGSB'11 finalistlerinden Beste ve Buket, puanlamanın hemen öncesinde yazın seyahate çıkamama ihtimallerini iletti, bu ihtimal muhtemelen jüri yaklaşımlarını ve puanlama sonuçlarını etkiledi.

Yine son dakika, gelen desteklerle bursiyer sayısı 4'e yükseldi (Hala 4. bursiyer için biraz kaynağa ihtiyaç var ama onu da Pansiyon okurlarının desteği ile tamamlayacağımızı umuyorum).

GGSB'11 Bursiyerleri:

1. Gökhan Fırat & Gökhan Doğru
2. Mine Ekinci
3. Fevzican Abacıoğlu
4. Gizem Sezen

Bursu almaya hak kazanan öğrenciler en geç 1 Ağustos'a kadar kesinleşmiş seyahat planları ile Pansiyon'un kapısını çalmalı ve en geç 15 Ağustos'a kadar yola çıkmalı. Son dakika hesapta olmayan bir aksilik yüzünden 2011 yazında seyahate çıkamayacak bir bursiyer olursa (ya da son dakika havuza ek kaynaklar akarsa) burstan faydalanmaya hak kazanacak yedek bursiyer: Gürhan Gülez olacak.

Yolları şimdiden açık olsun!

15 Haziran, 2011

ggsb'11 ön değerlendirme süreci bitti!

Sağdan baktım, soldan baktım. Defalarca adaylarımı değiştirdim. Yayınlamak üzere birkaç yazıyı hep hazırda beklettim. Oradan buradan bir daha tarttım. Sonunda 11 finalistin yettiğine karar verdim. Günahı artık boynuma!...

Birkaç gün içinde Seçici Kurul oyları ile 2011 yılında Genç Gezginler Seyahat Bursu'nu almaya hak kazanan bursiyerler kesinleşecek (muhtemel 3 kişi).

Bursa destek olmak için hala şansınız var. Bir öğrencinin daha yola çıkabilmesi, 10 tane 60 Euro'nun yan yana gelmesine bakar! Lütfen bir kez düşünün, çorbada tuzum olsun derseniz benimle iletişime geçin.

Çeşitli sebeplerle elemek zorunda kaldığım ama her zaman hatırlayacağım başvuruların bazılarından alıntılar yapmak istiyorum;

Başak: "Yol özgürlüktür. Bir çeşit belirsizlik halidir. Bir karmaşanın içinde ruhumun deli divane koşup kan ter içinde yolun sonunda kendisini bulmasıdır. Dünyanın tüm renkleri arasından kendi rengini aramaktır yola çıkmak. Yaşamanın tüm mucizesini içinde barındırıyormuş gibi hissettirir bana. Gezdiğim gördüğüm yerlerdeki insanların canlıların günlük hayatlarına tanık olup onların yaşamından solumak gibisi yoktur. Başkalarına başka dünyalara adım atmaktır bana göre yollar ve aslında en güzeli sadece yolda olmaktır... Yollarda olmanın tadını bana, her yola çıkışım ve geri dönüşümde yüreğimde biriktirdiklerim anlattı."

Gün: "Akademik olarak bulaştığım uluslararası ilişkenliği bir yana bırakırsam, beni asıl heyecanlandıranın ayak bastığım coğrafyalarda duyduğum, gördüğüm, okuduğum, tattığım ve dokunduklarımın bende bırakacağı izler. Çevre kirliliği yaratmayan bir çeşit tüketim gibi: Kültür tüketiciliği. Hafızam da tüm bu anılarımı zapt etmeye çalışan organik bir winzip klasörü. Bu süreçteki asistanlarım da sayfalarını eskittiğim ıspanak rengi pasaportum ve odamın duvarında raptiyelerden delik deşik olmuş kallavi dünya haritam. Gidip görmek işin ilk etabı. Ziyaret ettiğim coğrafyalar birer film seti aslında. 'İcatlar' ya ihtiyaçtan ya meraktan doğuyor madem, gittiğim yerin eşrafı nedir ne değildir, nasıl uyur, nasıl eğlenir, nasıl öfkelenir, kurguyu ‘dekora’ nasıl uyarlarlar, çevreye ne derece yansıtırlar bunları sorarım kendime. Sonra ‘İyi bir yolculuk sorulara cevap vermez, onları yenileriyle değiştirir' dediğini hatırlarım çok sevdiğim bir yazarın (Ece Temelkuran, Ağrının Derinliği) ve bunca senedir soru listem neden Çeşme otobanına dönmüştür daha iyi anlarım."

Özge: "Gezmek öyle güzel bir şeydir ki; hep gezip yeni, farklı yerler görmüş insanlara bakarım, resimlerine de. Yüzlerinde hep, bir bişeyler başarmış olma hissi görürüm. Özgüven yaratır görmek. O benden daha çok yaşamış gibi gelir bana. Daha bir insan gibi... / Allah’ım diyorum içimden şu an, duyamıyorsunuz tabi ki siz, ama ben hala söylüyorum. Nasıl dayanabiliyorum böyle, her şey aynıyken, her gün aynı insanları görüp aynı aktiviteleri yaparken? Nasıl katlanıyorum, nasıl kaçıp gitmiyorum?"

Büşra: "Sahra Çölü’ndeki animatör(!) 14 yaşındaki Berber çocuklara göre 'paralı turist', sıkça ya yumurta ya makarna yediğimi gören yan komşum Portekizli David’e göre biraz züğürdüm. Üsküp’teki arkadaşım Bobi’ye göre zalim Türklerin torunu, Yunanlı Evangeliz’e göre politikacıların oyununa gelen iki ülkeden birinin vatandaşıyım. Viyanalı Paul’le operaya gitmekten, Berlinli Theda ile duvar hakkında konuşmaktan zevk alanım. Şilili Luis Carlos’un tanıdığı ilk Türk, İspanyol Mariana’nın okul dedikodularını paylaştığı arkadaşıyım. İtalyan Franco’nun Fransızca pratiği yaptığı kişiyim. İsveç’te yaşayan Cem’in etkilediği, Prag’daki turist rehberinin beraber video kaydettiğiyim. Kolombiyalı Sergio’nun yörelerine özgü kızarmış karınca ikramını coşkuyla kabul eden arkadaşı, İngiliz Sarah’ya oryantal dans öğretmeniyim. Ben yolculukları seven, her yolculuktan hafızası dolmuş bir fotoğraf makinesi ve alınmış bir sürü notla dönenim. Gittiği her yerin yemeklerini denemeye, insanlarıyla konuşmaya, şehirlerin gecesini gündüzünü yaşamaya çalışanım. Bir türlü iştahı kapanmayan, ne kadar okusa, izlese, görse, dinlese de hep daha fazlasını isteyenim. Pek çok genç gibi, dünyayı gezmeyi düşleyen ve şanslı azınlıktan olup bu düşünü gerçekleştirmeye başlamış olanım. Ben, 'ben' demeyi sevmeyen, ama bu yazıda çok dediğinin farkında olan, bu bursu almayı çok isteyen ama almazsa da bir başkası hayalini gerçekleştirmeye bir adım daha yaklaştı diye sevineceği şüphe götürmeyenim. İşte ben böyle bir insanım."

Gizem: "Doğduğumdan beri toplum bana yaşamak için bir mücadele vermek zorunda olduğumu, insanlarla kurduğum ilişkilerin eğer benim için bir çıkarı yoksa önemsiz olduğunu empoze etti hep. İçimdeki çocuksa tam tersine yaşamanın günlük ihtiyaçlarımı idame ettirmek olmadığını ve başka insanların benden daha önemli olabileceğini ve sevilebileceklerini söyledi. İşte ben o masal diyarlarına yanıma bu küçük çocuğu da alıp gitmek istiyorum."

Şengül: "Seyahat planım yok, ama hayalini kurduğum anlar var aklımda; Prag'da sabahın ilk ışıklarında yeni uyanan kentin mahmurluğunu görerek resimlerini gördüğüm meydanında kafelerin olduğu taş köprüden geçerken yanımdan hızla geçen bir bisikletli gazetecinin düşürdüğü gazeteyi alıp göz atarak yavaşca yürüyorum kapılarını açan kafelere doğru ve bir kez daha o puslu havaya bakıp geceden kalmış yağmurlu havayı içime çekiyorum... Fransa'da her yere parfüm kokusu sinmiş sokaklarda kokuların hangi dükkandan geldiğini ayırt etmeye çalışarak ilerliyorum Eyfel Kulesi'ne doğru... İspanya'da Endülüs bölgesindeyim bir festival, eğlence var mı bu ay diye sokak ilanlarına bakarak şen kahkahalar eşliğinde yol alıyorum."

Ezgi: "Bütün yollardan önce, ben içimdeki yolculuğun yolcusuyum. Kendimle tanıştım, kendimle selamlaştım, içimle buluştum. Hayatımdaki tüm korkulardan adım adım sıyrılarak ilerliyorum, ilerledikçe yolum açılıyor, sevgiye yakınlaşıyorum. Sevgi oluyorum. Kötü gibi görünen her olayın aslında nasıl da benim hayrıma olduğunu hala ilk günkü heyecanla en derinimde yaşayarak anlıyorum. Aslında hep yoldayız ve yollar hiç bitmiyor. / Ben şimdi, Küçük Prens gibi yeni şeyler öğrenmek için yola koyulmak istiyorum. Ben şimdi, Küçük Kara Balık misali, bir gece heyecan içinde annemi uyandırarak 'Anne ben derenin sonunu görmek istiyorum ve bu sabah gün doğar doğmaz yollara koyulacağım' demek istiyorum. Şimdi ben, Martı Jonathan gibi sınırları aşma cesaretini göstererek uçmak istiyorum. Korkusuzca, kendimle buluşmak için. Çünkü en iyi yollar insanı kendine yakınlaştırır."

Berfun: "Hayatım boyunca hep bir Tuba ağacı gibi hissettim. Benim köklerim yerde değil, gökteydi. Bir yere aitsizliğim köklerimin gökyüzüne bakmasından gelirdi. Tezer Özlü gibi hep gitmek, gitmek isterdi içim. Ama çocuktum, gidemezdim. Yollara duyduğum özlem belki de bir yere ait olma isteğimden kaynaklanıyordu..."

Samet: "Gece kimseye hissettirmeden usulca biniyor bisiklete ve çıkıyorum yollara. Sıradan bir günün anlamsız hızı, karmaşası içinde sinir küpü olmuş zihnimin, tamamlanan her pedal hareketiyle biraz daha sakinleştiğini, dertten tasadan uzaklaştığını hissediyorum. Ne güzel bir duygu bu; bugüne değin rahatlık duyumsamasını bu denli yaşatan başka bir şey görmedim! Artık kararım kesin: Bisiklet bir spor ya da bakkala çakkala giderken kullanılan basit bir araç olmamalı, olamaz. Onu daha öte bir noktada konumlandırmalı. Artık benim için bisiklet, ısrarla mücadeleyi sürdürdüğüm bu karanlık dünyada, sıkı sıkıya sarıldığım ve birilerinin kafasına balta gibi indireceğim, postmodern bir savaş silahıdır! Bisiklet spor aracının ötesinde bir söz söyleme, hatta tavır koyma nesnesi olmalı!"

Göktuğ: "Bugün aldığım mükemmel bir haberi sizin gibi bir gezgin destekçisiyle paylaşmayı borç bildim kendime. Bundan 1 ay önce Fish Card'ın hayalleri gerçekleştirmeyi vaad eden yarışmasına katılmıştım. Hayalim tabi ki dünya turuydu. Sonuçlar bugün açıklandı ve kazanmışım. Sizin de sık sık belirttiğiniz gibi gezmek isteyen her türlü kendi fırsatını yaratabiliyor, yeter ki istesin çabalasın, biraz da şanslı olsun:) Ağustos'un ortalarında tezimi bitirdikten sonra yola çıkmayı düşünüyorum. Eğer isterseniz yolculuğumu devrialem.tumblr.com'dan takip edebilirsiniz. Tabi bu durumda artık GGSB'ye de ihtiyacım kalmadı:) Hakkını verecek diğer gezginlerin hayatını renklendirmesi umuduyla..." (Göktuğ, GGSB'11 finalistlerinden biri olacaktı. Ben onun adına acayip sevindim!).

Nurullah: "Şöyle bir hayal kurdum kendi kendime; Paris'teyim ben şu an, etrafımdaki onlarca milletten insan, herkes hayallerini gerçekleştirmeye gelmiş, birazdan Eiffel çıkcak karşıma, altında klasik "ey eiffel sen mi büyüksün ben mi" pozunu vereceğim."

Kıvanç: "Maviden yola çıkmak, rüzgarın estiği yöne gitmek toprağın kokusunu takip ederek yağmurda ıslanmak; bazense gün doğumundan batımına kadar yollarda bulmak kendimi. Kısaca yollarda olmak kimseye hesap vermeden dolaşmak. Teyzelerin 'nereye gidiyorsun böyle aceleyle?” sorusuna 'bu yol nereye çıkıyorsa oraya teyzeciğim' demek. O teyzelerden bir bardak su içip yola devam etmek. Bunları niye söyledim, bunlar benim özgürlüğüm çünkü."

Derin: "Yolların hep acı verdiği yerlerde geçti çocukluğum. Ardından savruldum benzer iklime sahip bir kente yine sevemedim yolları. Denizi ilk defa İstanbul’da gördüm. Sonra çıktığım her yolculuğun bir bedeli vardı. / Tüm bunlar işte gecen sene benim Kaş tatilimin güzel geçmesini hazırlayan nedenlerdi. 4 kişiydik, çok iyi anlaşırdık, parasızdık ve peynir gibi beyazdık. Sonra Ankara’dan yola çıktık, 20 saat sonra Kaş’a vardığımızda gece kamp alanına koşup çantaları yere atıp denize atladığımda tüm hayatım boyunca yaşayabileceğim en güzel duygu bu dedim. Sonra paramız az olduğu için her gün ekmek arası peynir domates yedik ama çok gezdik. Ne kadar güzel olursa da eksikti ve bitirilmeyen her iş bende gerginlik yaratır. O yüzden bu yaz geri kalanını tamamlayıp Fethiye'den de denize girmek istiyorum." (Derin'in kısacık yazısı beni en etkileyen yazılardan biriydi. Fethiye'de birkaç otele yazdım, Derin ve arkadaşlarına birkaç gün ücretsiz konaklama imkanı sağlayıp sağlayamayacaklarını sordum. Henüz yanıt gelmedi).

Hangi birinden alıntı yapayım, kalbimde yer etmiş çok satır var...

Bursu alamamış/alamayacak olsalar da, seyahat etmeye ihtiyaç duyan her gencin, özledikleri yollarla bir gün buluşmalarını yürekten diliyorum.

02 Haziran, 2011

ggsb'11 başvuru değerlendirmeleri başlıyor


Genç Gezginler Seyahat Bursu'11 için başvuru süreci bitti (Yine bana haram geceler...). Finalistleri bugün-yarın duyurmaya başlayacağım. Bekleyin!