10 Mart, 2006

mavi yolculuk

1998, Marmaris-Fethiye
Gündelik hayatın açtığı yaraları sarmak için bulduğum yol uzaklara gitmek oldu hep. Başka bir havayı solumak, insanını tanımak, kavgasına karışmak, tanımadık sokaklarda kaybolmak, el yordamı ilerleyip bilinmezi kovalamak, sınırları zorlamak her zaman yaşam sevinci ve umut doldurdu yüreğime. Unutmak, kaçmak, yüzleşmek, çarpışmak... “Ora”dan “bura”ya bakmak...

Hep uzaklarda arıyoruz sihiri; hep uzaklardakini özlüyor, ulaşılmazı düşlüyoruz. Şu tüketim toplumu bakar körler yaratmış. Ayrıntıyı, bir el mesafesindeki fırsatları kaçırmışız.

Üniversitedeki son yaz okulumdan hemen sonraydı. Sekiz kişilik grubumuzla düştük Marmaris yollarına. Mezuniyet derdiyle sınav, ödev, uykusuz geceler neticesinde iyice şaşkın ve yorgun olan ben, teknemiz kıyıdan uzaklaşırken, ardımızda bıraktığımız Marmaris Koyu’na doğru bir sigara tüttürdüğümde farkettim ancak, yeni bir serüvenin eşiğinde olduğumu... Sigaramın dumanını dağıtan rüzgar beni de silkeledi; dert, hüzün, endişe, ne varsa “kara”ya dair, Marmaris koyunda silindi, gitti.

Güneşin şefkatini sonuna dek yaşarken, Keçi Adası’nda bulduğumuz ilk koyda daldık maviliklere. Issız denizin tatlı sallanışları, kış uykusundan yeni uyanabilen bedenlerimizde masaj etkisi yaptı. Balıklar ayaklarımıza her an değecek kadar yakın…

Yaşam yorgunu insanların “ana rahmine dönme” klişesinde ifade bulan çığlıklarını hatırladım. Tembel kulaçlarla bir dalıp bir çıkarken, ana rahminin ancak böyle bir yer olacağını düşünüyordum.

Gece olduğunda teknemiz Ekinciler Koyu’na demirledi. Sahilin sonunda Ekinciler Köyü olsa da, tepemize dolunayı fener yaparak, bir çilingir sofrası kurmayı köye tercih ettik. Mezeler hazırlandı, buzlar atıldı rakı kadehlerine. Dinlendikçe Münir Nurettin'i, daha da “huzur”landık…

Sabah olunca güneş bir buse kondurdu göz kapaklarıma. Yüreğimde kanat çırpan kuşlar… Uyandım.

Dümeni Dalyan’a kırdık. Dalyan’ın içine gidebilmek için Delik Adası önünde küçük bir tekneye bindik. Adını yüzyıllardır doğal kanallar üzerinde yapılan dalyan balıkçılığından alan Dalyan; dağlara oyulmuş kral mezarları, Kaunos Harabeleri, çamur banyosu, İztuzu Sahili’ndeki carette carettaları, kefalleri ve mavi yengeci ile ünlenmiş.

Çamur banyosu için çabalasak da kadınlar hamamındaymışsın hissi veren havuzları görünce vazgeçerek kasabaya döndük. Kaptanımızın söylediği gibi kara tuttu bizi. Doğal ortamımız denizlermiş gibi karayı yadırgadık. Beni Dalyan’da en çok etkileyen Dalyan Çayı üzerinde, sazlıklar arasında yaptığımız yolculuk oldu. Aynı çay kasabayı ikiye bölerek Türk usulü bir Venedik havası yaratıyordu.

Dalyan’a veda ettikten sonra, Fethiye Körfezi’nin en büyük adası olan Tersane Adası’na geçtik. Antik dönemde küçük teknelerin onarıldığı söylenen bu adada, çoktan terk edilmiş eski bir Rum köyünün kalıntıları vardı.

Bir haftalık mavi yolculuğumuz boyunca; Aya Nikola (Gemiler) Koyu, Bedri Rahmi’nin bir taşın üzerine çizdiği rengarenk balığı ile meşhur Taşkaya Koyu, Boynuz Bükü, Ölüdeniz, Kleopatra Hamamı ve eşsiz güzellikteki pek çok koyda demirledik. Göcek’te yemek yedik, Fethiye’de bara gidip saatlerce dans ettik.

Bodrum’a sürülen Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), yakaladığı Anadolu kültüründen duyduğu coşkuyu dostlarına anlatarak mavi yolculuk ateşini yakmış. Sebahattin Eyüboğlu’da isim babalığı yapmış ve Halit Ziya’nın “Mai ve Siyah” ında mavinin simgelediği insani değerler ve paylaşım üzerine mavi yolculuk felsefesini oluşturmuş.

Sanırım mavi yolculuğu benim için çok özel yapan, mavinin içerdiği anlamlar harmonisinde gizli.


Mavi; insancıllığın rengi.
Kaptanımız Kağan, ahçımız Ferhat, miçomuz Zeki ve 8 kişilik yolcu kadrosu ile bir haftalık yolculuğu imaj kaygıları olmadan; sınıf, eğitim düzeyi, yaş, cinsiyet gibi iktidarın tüm biçimlerinden uzak, birbirimizin yüreklerine yelken açarak; konuşarak, tartışarak, paylaşarak geçirdik. Ruhumuzdaki karayı, karada bırakmıştık çünkü.

Hiçbir gece kamarada yatmadık, mehtap ve yıldızların altında yan yana serilmiş yataklarımızda sohbet ederek daldık rüyalarımıza.

Mavi; doğanın rengi.
Bakir hissi uyandıran sularda tabiatın kollarıyla sarmalanmış bir huzur… Ayaklarımız bir hafta boyunca çıplak; suyla, havayla, güneşle dans ediyor gövdemiz.

Mavi; özgürlüğün ve umudun rengi.
Takvim yapraklarına, saatin tıkırtılarına, trafik savaşına gömülmemek… Canın çekince yatıp, sabahın ilk ışığında “merhaba” demek güne... Her tırmandığın tepede başarmışlık hissiyle bağırmak maviliklere… Dolaşmak kalıntılar arasında… ölümden korkmayarak, ölümle barışarak… Özlememek geçmişi, anı yakalayarak.

İçimde koca bir güneş ve güneşin tüm renklerini taşımanın coşkusu ile ayrıldım Ege’den. Eski yaraları sardım, umutlar topladım koylarından.

Mucizeler var yeryüzünde, hem de bir el mesafesinde. Siz de el uzatın maviye.

Hiç yorum yok: