29 Temmuz, 2006

no problem



Takside...
Trafik burada Ingiliz sistemi, tersten akiyor.

Şoför: Bavulunuz da pek ağırmış kaya mı var içinde?
(Benim dünya seyahatine çıkan bavuluma söylenecek şey mi bu yaaa? Şu dakikaya kadar 3 check-in işlemini 7 kg fazlasıyla ekstra bagaj parası vermeden atlatmayı başardım.)
Özlem: Haha.Çok komik! Hava ne kadar sıcak.
Şoför: Sıcak iyidir, güçlendirir.
Özlem: Bavulu ondan böyle kolayca taşıdınız.

Otelde…
Bagajın ağırlığının altını çizmek meğer popüler bir bahşiş miktarını artırma yoluymuş. Aynı numarayı otelde bell boy'da cekti. 1$’ı beğenmeyen cocuk, hislerini bizimle paylaştı ve ekstra 1$’ı daha söke söke aldı bizden:)

Dükkanda…
Özlem: Bu Bob Marley t-shirt’u kaç para?
Satıcı kadın: 20 usd.
Özlem: Yuh. Yanında Bob’ı da mı veriyorsunuz?

Kadın buna çok güldü. Tüm dükkana anlattı espriyi. Alemler vallahi. Çok eğlenceli insanlar.

Sokakta…
Yarım saatlik Montego Bay Hip Strip turu sırasında son 20 gündür tanıştığımdan daha fazla insanla tanıştım. Onlarca adam ot, birkaç kadın el işi mal satmaya çalıştı. “Ben fakir bir turistim. Gelmeyin üstüme…
Sonra bir adam beni sevdiğini söyledi. Bir kaç kişi de ne kadar güzel olduğumu… Hahaha. “Paralarımın hepsi size helal olsun be!”

Denizde…
Bu yaz ilk kez denize bugün girmiş oldum. Jamaika’nın yağmurları altında...
Bir Jamaika şiirinden deniyor ki: “We have neither summer nor winter/ Neither autumn nor spring…” Hava gerçekten böyle. Miami 50 derece idi. Burada buharlaşıp yok olmayı bekliyordum oysa ki, öyle olmadı.

No problem!
Burada hayata bakış aynen bu. Ne olursa olsun sorun yok!:)


Bob Marley'in Smile Jamaica isimli şarkısını düşüyorum
(In Jamaica) You're gonna smile!
Soulful town, soulful people,
Said, I know, I know that you're having fun!

27 Temmuz, 2006

quebec'ten florida'ya...

Mon pays, ce n’est pas un pays, c’est I’ hiver
(Benim ulkem bir ulke degil, kıştır)

Gilles Vigneault’in en sevilen Quebec sarkilarindan biri boyle basliyormus. Sicakligin neredeyse 6 ay sifirin altinda oldugu bir eyaletteydik. Candost Oguz ve ben... Sukur ki gunesli yaz haftalarindan birinde. 3 gun Montreal'de takildik... Bir gun de Qubec City'ye araba surduk.

Planlarda yoktu ama simdi de Miami'deyim. Son 3 yil icinde Miami'ye bu 3. gelisim. Eda bi daha gelirsem eve almayacak bence:)

Aslican Delta biletini cozdu. Jamaika sonrasi biletlerim aynen gecerli. Destek mesajlariniz icin cok tesekkur ederim. Neymis? Demek ki su akip yatagini buluyormus!

Yarin Jamaika- Montego Bay'a geciyorum. 1 hafta boyunca yuvarlandigim beyaz kumlarda anilarimi yazarim artik. Simdilik sadece yasadigimi haber vermek istedim. Tatilimin ozeti sonunda su olacak sanirim: Kizgin kumlardan, karli daglara. Bi de parasini benim odemedigim kokos otellerden, bitli hostellere:)

Bu arada bildiginiz gibi asil yolculuk 5 Agustos'ta Ekvator-Quito'ya gecisimle baslayacak. Dusununce kalbim sikisiyor! 1 hafta boyunca Olc ve Cozzie'nin buyuk ugraslari sonucu ogrenebildigim Ispanyolca kelime sayisi 5. Oralarda boyumun olcusunu alacagim ve tanriyla yakinlasacagim kesin. Falci oyle demisti zaten. Bu yolculukta maneviyatim ve sanatsal yonum cok gelisecekmis. Buna aciyla terbiye deniyor sanirim:)

Yani yola ciktim diye super cesur biri oldugumu dusunuyorsaniz yaniliyorsunuz. Ama madalyayi hakettigim kesin! Yalnizliktan bu kadar nefret ederken ve aci cekmeye %100 tahammulsuzken kendimi surgunlere yolladim. Madalyalarin hepsi benim olmali!

Miami'den sevgiler.
Gozlerinizden operim:)

21 Temmuz, 2006

Hawa Bairut

Montreal-Central Station’da Oguz’u beklerken... Kanada seyahat yazilarina acilan bir parantez.


Istanbul gibi yuzunu batiya donmus ama her hucresiyle oryantal bir sehir dusunun... Tarih boyu kan ve gozyasi eksik olmamis... Bir daha ve bir daha, yasama sevinciyle yeniden davranmis, yeniden kendini var etmeye calismis.

Dunyanin ote ucundan gunlerdir Beyrut’a olanlari izliyorum endise ile. Uzakta oldugum icin mi hersey daha kotu geliyor gozume? 17 Agustos depremi oldugunda da hissetttigim en guclu duygu sucluluk idi. Insanlar o gece olduler, sevdiklerini ya da yuvalarini kaybettiler. Ben uyanmadim bile! Gunlerce CNN’de seyrettigim Kuran’a sarilip aglayan dedenin yuzu gitmedi gozumun onunden... Sanirim hayatta sahit oldugum en dramatik kareydi o.

Bu gunlerde de, siddeti 17 Agustos’la kiyaslanabilecek yogunlukta olmasa da benzeri bir sucluluk duyuyorum. Savas hep vardi, hep olacak. Biliyorum. Ama bu savas Beyrut’ta olunca daha cok dokunuyor bana. Yasitim cogu insan cocukluk ve genclik yillarini savasarak gecirmis orada. O insanlarin hikayelerini dinledim ben. Sarmaya calisiyorlardi yaralarini. Hemen hepsi ulkeden kacmanin olanaklarini ariyordu. Kim ait oldugu topraklari terketmek ister ki, umudu olsa? Simdi daha iyi anliyorum o insanlari. Bazi insanlarin (ya da sehirlerin/ ulkelerin) kaderidir bu. Evren, duzluge cikmalarina izin vermez nedense.

Fairuz'un bir sarkisi var: Hawa Bairut (The love of Beirut).

They will come back Beirut/ the days will come back.

Hersey daha kotuye gitmez umarim.

hoscakal toronto


Japonlari astim ve yuzlerce fotograf cektim. Secmece fotolar icin tiklayiniz efendim:)
Bakiniz kendimi de astim. ATM'den para cekiyorum. Blog yaziyorum. Blog'a klip koyuyorum. Dijital makina kullanmayi bile ogrendim. Kolum Baris'in kolu kadar uzun olmadigi icin resimlerde ben yokum, o ayri:) Oteki Kiyilardan'in yakistirdigi gibi henuz acemiyim blog isinde de, gezmek isinde de. Yavas yavas ogreniriz. Bir sure kosmak yok. Budur:)
Burada saat 05:00 a.m. olmak uzere. 2 saat sonra Montreal'e dogru yola dusuyorum.

Olcay'i birakiyorum... Oguz'la bulusuyorum...
Bu kadinlar neredeler? Kil gormekten fena oldum!
Yagmurlarla beni karsilayan Toronto bugun yine yagmurla ugurladi beni.
Nereden ayrilirken uzulmedim ki?
Hayat...
Coreklenip kalamadim.
Hoscakal Toronto.
Olcay burada oldukca daha biz cok gorusuruz.
Son soz: Burasi tatil icin cok makul bir yer degil. Eyvallah. Ama Maslak'a benzetenler ayip etmis. Kesinlikle yasanabilecek bir sehir. Baska bir ulkede hayat kurmak isteyen kisiler icin ABD'den(kurtarilmis bir iki sehir haric) daha iyi bir secenek oldugunu soyleyebilirim.



THE REVOLUTION WILL NOT BE MOTORIZED !


19 Temmuz, 2006

toronto’nun "İLGİNÇ"leri


- İçki sadece içki dükkanlarında, o da saat 21:00’e kadar satılabiliyor. Barlarda ise gece 02:00’ye kadar satış yapılabiliyor. Sabaha kadar açık olan mekanlarda bile durum böyle. Saat 02:00’ye doğru vaktin dolmak üzere olduğunu belirten anonslar yapılıyor. 3rd call, 2nd call, last call şeklinde... Sonrasında kendini öldürsen, kankanın önde gideni olsan da hiç şansın olmuyor (muş yani).

- Elinde içki bardağı/şişesi ile barın kapısına çıkamıyorsun, tuvalete gidemiyorsun. Nedenini kimse tam açıklayamadı ama sandığımız kadarıyla içki ruhsatı ile ilgili bir mesele bu. Bir mekanın içinde ruhsat alamamış bölgeler olabiliyormuş.

- Futbolcuların kulüpleri tarafından satılması gibi, çalışanlar burada şirketleri tarafından satılabiliyor. Phil satılmış mesela. Yeni şirketini sevmedigi için istifa etmiş sonra.

- Yollarda dolaşan bir temizlik aracı var. Onun da elektrik süpürgesindeki gibi hortumu var... Şehri bununla temizliyorlar. Cok mantıklı. Daha önce bu cesidini hiç görmemiştim.

- ABD’de özellikle NYC ya da Miami’de ulaşımını patenle sağlayan kişilere denk gelmiştim ama burada bu oran inanılmaz fazla. Paten gibi bisiklet de oldukça yaygın.

- Amerika'nin engelliler için bir cennet olduğunu düşünürdüm. İyinin iyisi varmış: Toronto. Motorlu taşıtlarıyla yollarda yalnız veya grup halinde sohbet ede ede geziyorlar. Beyzbol maçında en az 100 engelli gördüm. Barda bile bir kaç kişi vardı. Hepimiz kadar hayatın içindeler. Harika.

- Kesinlikle güvenli bir şehir burası. Girdiğim hiçbir mall’da, stadyumda, istasyonda vs güvenlik kontrolü yapıldığını görmedim.


- Kapkaç yok ama hırsızlık var. Bakınız yandaki bisiklete:) Bu hale geldiğini gördüğüm tek bisiklet bu değildi.

- Yolda el ele tutuşan sadece 2 çift gördüm. Bütün gün yollarda dolaştığım ve binlerce insanla her çesit ortamda karşılaştığım düşünülürse inanın bu enteresan bir sayı. Neyi gösteriyor, onu henüz anlamlandıramadım.

- Amerikalılar “huh” (ha) der ya... bunlar onun yerine “eh”(ey) diyor.

- Olcay'ın yaşadığı bilmem kaç katlı apartmanda, otomat cep telefonuna yonlendirilmis durumda: Kapıda zili çalınca ben, Olc işyerinden cep telefonuyla apartman kapısını açıyor.

- Cezalar gerçekten sağlam. Örneğin sigara içilmez alanda sigara içerseniz CAD$5000 bayılıyorsunuz. Delikanlı olan buyursun içsin!

elem tere fiş…

Patladım arkadaşlar!!!

Hani biliyoruz tabii, yolda insanın başına bin çesit hal gelir. Yolculuk biraz da bu yüzden önemlidir, geliştiricidir, adamı erdirir filan. Sorunları çözebildikçe, muhtemelen hayata karşı güçlenir insan. Özgüveni artar. Esneklik kazanır. Ne biliiiim. Herhalde böyle olur:)

Yolculuğumun 8. gününde (dun) ilk sorun ortaya çıktı: Biletsiz kaldım! Yani, var olan biletlerim artık yok (Toronto-Atlanta-Jamaika-Ekvator ve dönüşte de Buenos Aires-NY-Istanbul). Hatırlarsanız buddy pass ile uçacaktım. Kanada’ya da öyle geldim. Çok ekonomik hale gelmişti yolculuk. Fazla iyiydi. Başıma dert açacağı belliydi.


İtiraf ediyorum ilk duyduğumda biraz göz yaşı döktüm. Yani çok değil, birkaç damlacık:) Dövizin uçmasıyla durduğu yerde yok olan paracıklarım bir de bu bilet darbesi ile biraz daha azaldı.

Simdi arkadaşımdan haber bekliyorum; bakalim giden biletlerin geri gelmesinin bir yolu bulunabilecek mi?

Üzülmeyeceğim! Ne olursa olsun...
Başıma gelen/gelecek hiçbir şeyin tesadüf olmadığına ve bunların beni bir yere taşıyacağına inanıyorum. Yıllarca gelecek kaygılarıyla yaşadım, çalıştım, para biriktirdim, zart zurt. Bakınız hiçbir şey yapmama gerek kalmadan paralar durduğu yerde yok oluyor. Hayat planlandığı gibi gitmiyor. Bazen çok akılcı davransak da mutluluğumuzu güvence altına alamıyoruz.

Bekliyorum.
Bu yol beni nereye taşıyacak, merak ediyorum.

17 Temmuz, 2006

toronto'da bir beyzbol maçı


Daha önce hiç beyzbol maçı izlememiştim. Bugün, Rogers Centre’deki Toronto Blue Jays-Seattle Mariner maçını izleyerek milli oldum!:)

Olcay beni erkek gibi olmakla suçladı. Ben de onu çağ dışı kalmışlıkla…

Bu beyzbol tuhaf bir spor. Bana biraz bayık geldi. Yani en ufak bir zeka gerekliliği göremedim ben. At, vur, tut, koş. Zaten en başından belliydi pek de heyecanlı bir aktiviyete gelmediğim. Medeni bir şekilde aldık biletleri; kuyruksuz, itiş kakışşız, fortçu tacizlerinden uzak girdik stada. Çocuğunu kapan gelmiş. Bir nevi piknik ortamı. Maç 3,5 saat filan sürdü. Yedik, içtik, güneşlendik. Ben ve taraftarlar. Canım memleketimde futbol maçına gidenin 3 gün sesi çıkmaz.

Renk gelsin ortama diye bağırdım gayri ihtiyari: Go Jays! Go!…
Nafile.




Not: En ucuz yerden bilet alip 1 saat sonra VIP'e sizdigimi da itiraf ediyorum. Turkluk yaptim yani. Pisman degilim:)

çoban pastası (shepherd’s pie)

Çalıştırıyorum cocukları… Dün akşam Phil Shepherd’s Pie yaptı. Irlanda mahalli yemeğiymiş. Arkadaşlarımın birazdan verecegim tarife bakarak yemeği yapma ihtimali bence sıfır… da, hani dünya mutfağını araştırırken rastlantı eseri bloga yolu düşen okur olursa, bir faydamız dokunsun.

Pembe derililerden iyi bir yemek çıkmaz sanıyordum. Yanıldım. Basit ama lezzetli bir yemekti. Siz de deneyin.

Gereken malzemeler:
- Kıyma
- Barbekü sosu
- Bezelye
- Havuc
- Patates
- Zeytinyağı
- Peynir

Çok kısaca olayımız şudur: Kıyma, zeytinyağı ve barbekü sos ile kavrulur. Sonra süzgeçten geçirilerek yağlari süzülür, boş bir kaba dokulur. Buharda haşlanmış bezelye ve havuç ikinci kata, ustune de patates püresi ve biraz da rendelenmiş peynir...5 dk fırında isitmaca.
Oldu da bitti maşallah!
Off bana yazarken fenalık geldi. Size kolay gelsin!

16 Temmuz, 2006

volver a amar

Cristian Castro'nun bu sarkisini henuz kesfettim. Ne kadar duygu dolu, bakar misiniz?.. Ispanyolca her gecen gun daha da etkiliyor beni.

Kanada'da gunler dostlar icinde huzurla gecerken bir yandan da guney yarimkuredeki gercek yolculuguma hazirlaniyorum. Bu kabizlikla Ispanyolca ogrenemeyecegimden ve bu yuzden de cok yakinda bin cesit aciya suruklenecegimden neredeyse eminim. Artik bu damar sarkilari dinler dinler aglarim:)

14 Temmuz, 2006

gay village, toronto

Toronto oldukca ciddi bir gay popülasyona sahip (yaklasik 400 bin kisiymis). Şehir merkezinde bulunan gay village’a gittim bugun. Gay mahallesinin meydanında Alexander Wood isimli bir şahsın heykeli bulunuyor. Bu heykelin altında da yanda fotoğrafını gördüğünüz kabartma var. Adamın ve kabartmanın hikayesi pek bi enteresan; paylaşmamak olmaz!

Alexander şehrin kuruluş yıllarında mühim bir adammış. O yillarda bir kadına tecavüz edilmiş. Kadın ifadesinde, tecavüzcünün yazmanın uygun olmadığı bir yerini çırmaladığını söylediği için bizim amca şehri ileri geleni olması sıfatıyla herhalde, kontrol operasyonuna dahil olmuş. Zanlıların ilgili bölgesini tek tek kontrol ederken de gay olduğunu anlamış ve şehrin gay liderlerinden olmuş. İşte bu kabartma o davanın hatırası.

Yıllar içinde şehirdeki gayler arasında bir inanç gelişmiş. Kabartmadaki popoya dokunanın, o gece şansı bollaşıyormuş ve eve yanlız dönmüyormuş:)

Heykelin yanındaki alana beach deniyor. Millet kaldırımın yanına oturmuş piyasa yapıyor plajda gibi. Alemler vallahi...

İşte bu meydanda tontiş bir gay amca ile tanıştım. Marty amca 19 yaşındaki hotdog’cu çocuğa aşık. Çocuk harbi güzel, amca haklı. Ortaya çıktı ki bu amca ünlü biriymiş. Marty and Avrum isimli bir yemek programı var TV’de (soldaki, ama simdi daha yasli). Dedim amca beni de çıkar programa. Bir kebap yapayım da Kanada yemek neymiş öğrensin!

12 Temmuz, 2006

ilk vukuatlar

Internet baglanti problemi icindeyim. O yuzden cektigim fotolari blog'a koyamiyorum. Bu cephede sunlar olmakta:

- Dun gece apartmanimizin onunde adam olduruldugu icin cadde trafige kapatildi. Kanada polisi ile ilk muhabbet gerceklesti. Bizi eve sokmadilar, arka kapidan sizdik iceri.

- Bir onceki gece ise yangin alarmi verildi; dakikalarca susmayan siren sonunda beni bile uyandirdi. Olc ile napsak diye konustuk (10 dk filan da bole gecti); esyalarim yanacaksa yasamama gerek olmadigina kanaat getirip yerimden kipirdamadim:)

Olc 2 gunun icindeki bu hareketlilige saskin. Benim gittigim yerde olay bitmez. Soyluyorum, kimse inanmiyor.

- Halkla dialog ise fena duzeyde. Bu gidisle konusmayi unutacagim.

Halk: Can I get a cigarette?
Ben: No, sorry.
Halk: Do you have any change?
Ben: No, sorry.
Halk: Do you know where X building is?
Ben: No, sorry.

Bunun disinda bi adam "Sofiiiaaa" diye kosarak yanima geldi. Az kaldi sarilip opusecektik.

Harita almaya calistigim metro bilet gorevlisi de beni azarlayip 100 kisilik kuyrugun sonuna yollamaya calisti. Kustum metro teskilatina, yuruyorum simdilik:)

Disarda deli yagmur. Yagmur azalana kadar TV seyredecegim galiba. Yeni sezon gelismelerini merak ettiginiz dizi varsa bildirin, hemen kontrol ediiim:)

toronto'nun "EN"leri


- Tum dunyanin en uzun caddesi olan Yonge Street (1896 km) Toronto'nun ana arteri. Sehirdeki tum adresler west ya da east olarak bu caddeye gore pozisyonlaniyor.

- Dunyanin en uzun yapisi CN Tower (533.33 m) Toronto'nun da sembolu.

- Yaklasik 30 milyonluk Kanada nufusunun 1/3'u Toronto ve civarindaki 160 km'lik alanda yasiyor. Bu durum Toronto'yu Kanada'nin en kalabalik, kuzey Amerika'nin ise 5. kalabalik sehri yapiyor (Ilk dort; Mexico City, NYC, LA, Chicago).

- Toronto'da yuzun uzerinde dil ve dialekt konusuluyor. Dunyanin en kozmopolit sehirlerinden biri (Toronto yerli dilinde 'meeting place' demekmis. Bakiniz sehir bile isminin kaderini tasiyor).
- Kisin sogukta bu adamlar nasil yasiyor diye merak ediyordum. Anladim ki cozumu toprak altina cekilmekte bulmuslar. Toronto'nun yeralti sehri PATH, Guinness'e gore dunyanin en buyuk yeralti alisveris merkezi (genisligi 10 km'nin uzerinde)

10 Temmuz, 2006

bilin bakalim, neredeyim? :)

Ilk gun ozeti:

- 30 kg ceken tekerlekli bavul ile yola ciktigimi,
- Check in sirasinda varligi saptanan bavul fazlaliklarimi (7 kg kadar) posete aktarmak suretiyle sinirdan gecirdigimi,
- An itibariyle, bu agirliga coktan bin pisman oldugumu,
- New York'ta ucaga binemezsem Radife'lere gider kalirim diye sinsice planlarken, Radif'in esi Tolga ile ucakta karsilastigimi... kalkisina 15 dk kala yakaladigim Toronto ucagina kosarken esini almaya gelen Radife'yi de otomatik kapi acildiginda 5 saniye kadar gordugumu (bu hangi bal?),
- 20 saat suren yolculuk sonrasi, sehir merkezine ucuz ulasim bulmak icin yaptigim tum gecmis arastirmalari sallayarak, buldugum ilk taksiye tereddutsuz bindigimi (50 CAN$-gacirt!)

itiraf ediyorum:)

07 Temmuz, 2006

son dakika golü

Geçen hafta yazamadım. Yazamadım çünkü hayatımı paketlemekle ve bunun ben de yarattığı dramlarla uğraştım. Sonunda dün akşam pansiyona/ şirkete/ arkadaşlarıma veda ettim ve annemlere geldim. Bu sabah kalkan Delta uçağına binmiş olmam gerekiyordu. Binemedim. Hastaladım ve hala Istanbul'dayım. Midem bulanıyor ve sürekli uyuyorum. Annem bu çürük bünye ile oralardan dönemeyeceğimden emin:) Yazarınız pazar günü yola çıkabilecek inşallah. Durumlar budur.