Aylardır mental olarak bu seyahate hazırlansam ve kafamdaki Kore dosyasına ufak ufak yapılacakları not düşsem de, son dakika açılan uçak bileti evdeki hesabı biraz bozdu.
Gitmeden biraz Korece öğrenmiş olmayı planlamıştım mesela. Karaoke barlarında en azından bir iki k-pop şarkı söyleyebilmeyi, alışveriş esnasında Korece “ooo, çok pahalı” demeyi, taksiye bindiğimde “Han Nehri’ne çek hoca” tadında olaylara hakim bir görünüm sergilemeyi istemiştim (İlgisine not: Türk Kore Kültür Derneği Ekim başında yeni kurs açıyor). Dizilerden Koreceyi söktüğünü iddia eden yol arkadaşım Yonç'un aksine; çuayo, saraneyo, oppa, yobu gibi pembiş sözlerin pratikte işimize yaramayacağını kestirebilmiştim:)
Seul pahalı bir şehir. Özellikle konaklama için kesenin ağzını açmak gerekiyor. Gitmeden farkettiğim üzere uyumak için en ucuz mekanlar, hamamlar! Guesthouse, hostel, moteller de var tabii ama bünye bu yaştan sonra totoyu kollamak zorunda kalmadan uyumak istiyor (Bu konudaki acı deneyimlerim için bknz Gece Ziyaretçileri yazısı). O yüzden kendimizce makul fiyatli bir otel ayarladık Seul'de (odanın gecesi 90 bin won/2 kişi).
Incheon Havalimanı'ndan otelimize vardığımızda (airport bus, 10 bin won/kişi) akşam olmuştu bile.
İngilizce konuşabilen bir müdürün işe alınmasıyla love motel'den hotel'e dönüştürüldüğünü sandığım otelimizdeki oda tek kelimeyle ilginçti. Gardrop yoktu ama 2 bilgisayar, elbetteki terlik, saç jölesinden tonik ve deodoranta bir dizi bakım ürünü, dev bir plazma ekran, ısıtmalı klozet (ve tam bir sessizlik içinde çalışan sifon) vs mevcuttu. Otelimizin bir giriş kapısının olmadığını, resepsiyona garajdan ulaştığımızı söylemiş miydim?:)
Kore'ye gitmek ilk aklıma düştüğünde, yapılacaklar listeme bakınız şunları yazmışım.
Bavullarımızı odaya bile çıkarmadan kendimizi hemen sokaklara attık. Otelimizin yanındaki grill restoranını farkettiğimizde gözlerimiz ışıldadı resmen! Yapılacaklar listemizin bir maddesini hemen silebilecektik.
İngilizce konuşamayan sevimli garsonlar ile möö, gıdak gıdak gibi sesler çıkararak bir şekilde anlaştık ve sipariş vermeyi başardık:)
Servis sırasında garsonun masamıza içecekleri dökmesi ilk gün dikkatimizi bile çekmeyen şeydi. Ertesi 3 gün boyunca yemek yediğimiz ya da bir şeyler içtiğimiz tüm mekanlarda aynı şeyin tekrarlaması, yabancılar karşısında Korelilerin elinin ayağının dolaştığı şüphesini aklımıza getirdi:) Şu Koreliler çok sevimli, çook...
Yemeklerimizi afiyetle yiyip mahallemizi tanıma turuna çıktık. Sofradan yeni kalkan sanki ben değişmişim gibi tezgahta satılan pirinç keklerini, kimbapları görünce, annemin aşuresini bulmuşum gibi sevindim. Tatlarından önce isimlerini öğrendiğim bu yemekleri sonunda deneyebilecektim! Sonuç; hiç fena diil:)
Tezgahı bıraktık, 20 metre daha gitmemiştik ki karşımıza bir norebang (karaoke bar) çıktı. Allahıım, sana geliyorum!..
Yine sıfır İngilizce bilen görevliler bizi bir odaya koydular, elimize de üzerinde 100 düğme olan bi aleti tutuşturup kaçtılar. Ayarsızca bastığımız düğmelerle arada bi şarkı çalmayı başarsak da Kore alfabesi ile çıkan alt yazılar sonucu doğal olarak hiçbir şey başaramadık. Ne büyük hüsran!
Normalde 'miş' gibi yapmak adetim değildir ama; Kore'de bir karaoke barda şarkı söylüyor'muş' gibi, sojudan uç'muş' ve çoook eğleniyor'muş' gibi yapmamam neredeyse imkansızdı:)
Neyseki ilerleyen günlerde Tanrı yüzümüze baktı (detaylar bir sonraki yazıda) ve yandaki 'miş' gibi yapan gariban fotom hafızamda hoş bir seda olarak kaldı:)
Biz Kore'yi daha ilk geceden sevdik!
Gitmeden biraz Korece öğrenmiş olmayı planlamıştım mesela. Karaoke barlarında en azından bir iki k-pop şarkı söyleyebilmeyi, alışveriş esnasında Korece “ooo, çok pahalı” demeyi, taksiye bindiğimde “Han Nehri’ne çek hoca” tadında olaylara hakim bir görünüm sergilemeyi istemiştim (İlgisine not: Türk Kore Kültür Derneği Ekim başında yeni kurs açıyor). Dizilerden Koreceyi söktüğünü iddia eden yol arkadaşım Yonç'un aksine; çuayo, saraneyo, oppa, yobu gibi pembiş sözlerin pratikte işimize yaramayacağını kestirebilmiştim:)
Seul pahalı bir şehir. Özellikle konaklama için kesenin ağzını açmak gerekiyor. Gitmeden farkettiğim üzere uyumak için en ucuz mekanlar, hamamlar! Guesthouse, hostel, moteller de var tabii ama bünye bu yaştan sonra totoyu kollamak zorunda kalmadan uyumak istiyor (Bu konudaki acı deneyimlerim için bknz Gece Ziyaretçileri yazısı). O yüzden kendimizce makul fiyatli bir otel ayarladık Seul'de (odanın gecesi 90 bin won/2 kişi).
Incheon Havalimanı'ndan otelimize vardığımızda (airport bus, 10 bin won/kişi) akşam olmuştu bile.
İngilizce konuşabilen bir müdürün işe alınmasıyla love motel'den hotel'e dönüştürüldüğünü sandığım otelimizdeki oda tek kelimeyle ilginçti. Gardrop yoktu ama 2 bilgisayar, elbetteki terlik, saç jölesinden tonik ve deodoranta bir dizi bakım ürünü, dev bir plazma ekran, ısıtmalı klozet (ve tam bir sessizlik içinde çalışan sifon) vs mevcuttu. Otelimizin bir giriş kapısının olmadığını, resepsiyona garajdan ulaştığımızı söylemiş miydim?:)
Kore'ye gitmek ilk aklıma düştüğünde, yapılacaklar listeme bakınız şunları yazmışım.
Bavullarımızı odaya bile çıkarmadan kendimizi hemen sokaklara attık. Otelimizin yanındaki grill restoranını farkettiğimizde gözlerimiz ışıldadı resmen! Yapılacaklar listemizin bir maddesini hemen silebilecektik.
İngilizce konuşamayan sevimli garsonlar ile möö, gıdak gıdak gibi sesler çıkararak bir şekilde anlaştık ve sipariş vermeyi başardık:)
Servis sırasında garsonun masamıza içecekleri dökmesi ilk gün dikkatimizi bile çekmeyen şeydi. Ertesi 3 gün boyunca yemek yediğimiz ya da bir şeyler içtiğimiz tüm mekanlarda aynı şeyin tekrarlaması, yabancılar karşısında Korelilerin elinin ayağının dolaştığı şüphesini aklımıza getirdi:) Şu Koreliler çok sevimli, çook...
Yemeklerimizi afiyetle yiyip mahallemizi tanıma turuna çıktık. Sofradan yeni kalkan sanki ben değişmişim gibi tezgahta satılan pirinç keklerini, kimbapları görünce, annemin aşuresini bulmuşum gibi sevindim. Tatlarından önce isimlerini öğrendiğim bu yemekleri sonunda deneyebilecektim! Sonuç; hiç fena diil:)
Tezgahı bıraktık, 20 metre daha gitmemiştik ki karşımıza bir norebang (karaoke bar) çıktı. Allahıım, sana geliyorum!..
Yine sıfır İngilizce bilen görevliler bizi bir odaya koydular, elimize de üzerinde 100 düğme olan bi aleti tutuşturup kaçtılar. Ayarsızca bastığımız düğmelerle arada bi şarkı çalmayı başarsak da Kore alfabesi ile çıkan alt yazılar sonucu doğal olarak hiçbir şey başaramadık. Ne büyük hüsran!
Normalde 'miş' gibi yapmak adetim değildir ama; Kore'de bir karaoke barda şarkı söylüyor'muş' gibi, sojudan uç'muş' ve çoook eğleniyor'muş' gibi yapmamam neredeyse imkansızdı:)
Neyseki ilerleyen günlerde Tanrı yüzümüze baktı (detaylar bir sonraki yazıda) ve yandaki 'miş' gibi yapan gariban fotom hafızamda hoş bir seda olarak kaldı:)
Biz Kore'yi daha ilk geceden sevdik!
7 yorum:
Vayyy süper, Kore, Kore dedin gittin sonunda. Evrene pozitif mesaj mı göndermek gerek nedir. Devamını bekliyoruz.
merakla bekliyorum yazının devamını, daha ilk yazıdan pek eğlenmiş gibi görünüyorsunuz zaten.
Merhaba merakla takip ediyorum bloğunuzu..:):) Şimdi ben ofise geldiğimde farklı dillerden "Günaydıııın :)" diyorum bu aralar ..Oldukça eğlenceli..Bi arkadaşım dediki..Yarın korece söyle..Bizde tamam dedik..Baktım internetden ne kadar uzun bir kelime o öyle :):) Conin Aci İyeyo..du sanırım :):) Sabah böyle günaydın dediğimde herkes "Olduuuu" dediler..:):) Enteresan dilleri var:) Canım acıyo der gibi :)
turizmci olmama rağmen sizi merakla takip ediyorum çok güzel yazılar :)
www.tatildiyarim.com ailesi
your blog is nice.
IT Company in Canada
SEO Company in Canada
https://la-casa-de-papel-season-5.blogspot.com/2021/04/the-money-heist-la-casa-de-papel.html
ebay uae
shopping ebay is an incredible method of getting what you need when you need it.
Yorum Gönder