17 Ekim, 2007

yavaş yavaş hasan şaş, mısır

Dünyanın en eski medeniyetlerinden birine, Mısır'a yolcuydum bu kez. Kültür turizmi için değil, yaklaşan kış öncesi kemikleri son kez ısıtma şansını kullanmak için.


Sina Yarımadası'nın en güney şehri, son yıllarda da Türk turistler için Antalya kadar "bizim" hale gelmiş Sharm El Sheikh'te bayram tatili vesilesiyle Kızıl Deniz'in tadını çıkarmak için... Bir de Afrika'ya ayak basmış olmak için tabii (Gerçi Süveyş Kanalı ile suni yollarla da olsa Sina Yarımadası ana kıtadan ayrılmış durumda ama haritalar bölgeyi Afrika içinde gösteriyor. Yani ben hala Afrika'ya ayak basıp basmadığı şüpheli olan zavallı bir gezginim).



"Barış Şehri" Sharm El Sheikh Mısır'ın Antalyası. Vaktiyle Israil'e bağlı olan şehir bu sayede alt yapıyı sağlam kurmuş. Çoğu yüksek yıldızlı yüzlerce otel ile Avrupa'dan Italyan, Ingiliz, Türk ve Rus turistlerin akınına uğruyor.

Her ne kadar Barış Şehri dense de Sharm'da herhangi bir şekilde Mısırlılar ile barış içinde konuşmam mümkün değil. Dünya üzerinde beni bu kadar rahatsız eden başka bir millet insanıyla tanışmadım açıkçası. Değişik dillerde "hey yavrum" tadında bir hitapla başlayan muhabbet, Türklüğümüzün anlaşılması sonucu "yavaş yavaş Hasan Şaş" esprisiyle devam ediyor (bi kıçı kırık esprinin bu kadar millileşmesi, yaygınlaşması ve her karşılaşılan Türk'e prim yapacağı umuduyla milyon kez tekrarlanması akıl alır gibi değil. Aklımı koru Tanrım!) ve sonunda ilan-ı aşk eşliğinde elleme ya da öpme çabalaması.




Şehrin kaosu ve cüretkar erkeklerinden kaçınca yapacak çok şey var ama. Bir yanımız çöl... bir yanımız deniz. Her zaman olduğu gibi huzuru doğada buluyorum.

Pek çok ilki yaşadım Mısır'da... Çölde ATV ile safariye çıktım, Bedevi çadırında takıldım, deveye bindim.

Gelelim asıl meseleye... Tüm acısına, sancısına, tacizcisine, bitmeyen kabus alış veriş pazarlıkları ve pazarlık yorgunluklarına rağmen Sharm'da öyle bir deniz var ki her şeye fazlasıyla değer.


Vaktim ve param olsa her ay 3-4 günlüğüne oraya gider ve karanın bende açtığı yaraları denizde, daha doğrusu deniz altında silerdim. O kadar yani. O kadar güzel. O kadar başka. O kadar şiirsel... Binlerce balık, mercan, deniz bitkisi... Kesinlikle başka bir dünya. Acaba dedim rengarenk balıkların arasında yüzerken, yatay yolculukları bırakıp dikey yolculuklara mı geçmeli?

Dünyanın en meşhur deniz altı ulusal parklarından Ras Muhammed'e tekne turu alıyoruz. Şnorkel ile yüzmek yeterince harika, ama ya dahası da varsa? Böylece 'ilk'ler listeme bir de scuba diving ekleniyor. Dalgıç kıyafetinin içine ittir kaktır sığışmayı başarıyorum. Fermuarı kapatmak için erkek kuvvetine ihtiyaç duymak biraz gurur kırıcı oldu tabii. Fermuar kapalı ama ben de tam bir balina oldum! Doğal olarak resim filan yok:)

Dalmak tuhaf bir deneyimdi. Bir metre ya indim ya inmedim aşağıya, kulağım ağrımaya başladı. Hoca elimden tutmuş dibe çekiyo, ben kulağım ağrımaya başladı diye işaret edip direniyorum. Hoca sanıyor korktum. Hey Allaaammm ya. Kork-mu-yo-rum. Kulağım ağrıyo! Bir şekil 4.5 metreye inebildim. Bir şekilden kastım, hoca elimi bıraktı, sırtıma çıktı. Aşağıya aşağıya bastırıyor. Bu arada kafama tüp düşüp çarpıyor filan:) Yutkun, kulaktan hava üflemeye çalış. Ne balık gördüm ne bişey. Kafamda bir ağrıyla çıktım sudan. Daldım mı daldım:) Ama biraz ilginç oldu bu dalış. Dönünce soruşturdum ki aynen tahmin ettiğim gibi burnumdan ameliyat olduğum için ekstra basınç hissetmiş olmam normalmiş. Bi yol bulunacak, o kulaklar açılacak ve suyun altına doğru düzgün dalınacak.

Mercanlar ciddi koruma altında. Ellemek kesinlikle yasak, çok ciddi cezalar uygulanıyor. Binlerce yılda oluşan mercana dokunmak mercanın sonu demek. Ve evet, itiraf ediyorum ben mercan katili oldum. Bir dalga... Hoppp... Pansiyon mercana oturur.

Bir seyahat daha bitti. "Yavaş yavaş Hasan Şaş" travmasını atlatana ya da Mısırlılar bu milli tekerlemeyi unutana kadar Mısır'a tekrar gitmem söz konusu olamaz:) Bir sonraki sefere Nil boyunca uzanan tarihin izini süreceğim.

10 gün sonra başka bir kısa seyahat için Ürdün'e doğru yola çıkıyorum. Ohh be! Yeniden oksijen alıyorum.

6 yorum:

New York Muhtari dedi ki...

Ozlem ya, hem ozlemle senin yeni seyahat yazilarini bekliyorum, hem de kiskancliktan insallah gene ayni resim vardir diyorum..

Ne olacak benim kiskancligim bilmem..

Misir konusunda ayni dertten muzdarip bir kac kisi daha vardi tanidigim, ama seyahatte gorulenler, yasananlar sanirim boylesine kotu bir seyi bile unutturuyor ki, herkes mutlak gitmem gerektigini soyluyor..

Yesim Arpat dedi ki...

E, bacağına ne oldu? Anlatmamışsın. Deniz anası mı dokundu sana da?

EA dedi ki...

Yemin ederim kıskançlıktan gebereceğim, ulan ben Kadıköy yakasından çıkamıyorum. Senin yanında kendimi çok durağan ve yetersiz hissediyorum Özlem yaa! :)

Adsız dedi ki...

Ya hani nerde Ürdün yazıların?

ssbb dedi ki...

Çok güzel bir yazı olmuş.
Ben de Mısırlılardan hiç hazzetmemiş olmama rağmen aradan 10 yıl geçince 99 euro gibi fiyatlara bakıp bakıp bi Şarm yapsam mı diye düşünmeye başamıştım.
O zaman Sina'da Şarm el Şeyh'e yakın, Gümüşlük'e benzeyen bir köy olan Dahab'da kalmıştım , tenha sakin bir yerdi, İsmailiye ve Port Said de fena değildi, ama Kahire berbattı.
Kanımca arap kültürü ile en sorunsuz ilişki Suriye'de kuruluyor.

Unknown dedi ki...

Merhaba, blogunuzu tesadufen gordum. Misir hakkindaki yazilarinizi da ilgiyle okudum. Ben 6 yildir Kahire'de yasiyorum ve sizin dediginiz gibi bir iletisim problemi yasamadim burada. Ne ben ne de burada yasayan diger Turk arkadaslarim boyle bir sikayette bulunmadilar. Ama bu demek degildir ki sizin dedikleriniz yanlis. Sanirim yanlis kisiye catmissiniz ki bu her yerde olabilir. Hasan Sas konusundaki tekerleme Kahire'deki turistik mekanlarda da cok yaygin. Ben bu tekerlemeyi bizlerle bir iletisim kurabilmek ve sirin gozukmek icin yaptiklarini dusunurum hep. Cunki burada Turklerin ayri bir yeri vardir gonullerde. Cok seviliriz millet olarak. Nufusun %20 sinde Turk kani vardir ve kime dokunsaniz soyunda bir Turk vardir. Kahire'yi cok eskiden gormuslere bir de simdi gormelerini tavsiye ederim. Sevgiyle kalin.