28 Haziran, 2010

oslo: kuzeyde bir güzel

Yıllardır dostları kastırırım; "Alaska'ya gidelim, İskandinav turu yapalım" diye. Türkiye'nin güzel yazını bırakıp kuzey soğuğuna çıkmak çok da akıl karı olmadığından olacak, bu seneye kadar "he" diyen çıkmamıştı. Her nasıl olduysa, yıllardır bana göz kırpıp son dakika cayan Burçin "hadi mi?" diye geldi. E hadi !! (Fotoğraf Oslo-Bergen treni)

Aylar öncesinden İst-Oslo gidiş, Helsinki-İst dönüş biletimizi aldık (488,00 TL). Seyahat bursu için yazdığım onca yazının gazıyla, Kuzey Avrupa'da 2 haftalık bir Eurorail yapmayı planladık. Bir süre sonra, maceranın ilk 5 gününe Abla Pansiyon da katılmak istediğini söyledi. 'Bütçesi dar sırtçantalı gezgin' modundan, 'arabayla, trenle, uçakla gezelim canım' fütursuzluğuna hızla evrildik.

19 Haziran sabahı, yeni Pansiyon'u ardımda bırakarak yola koyuldum. Oslo'ya vardığımızda vakit öğleni biraz geçmişti. Norveç gerçekleriyle ilk dakika tanıştık: Şehrin 50 km dışındaki havalanından otelimize taksi ile ulaşım için 1500 Norveç Kronu bedel istediler(4 NOK, 1 TL diyebiliriz kabaca)! Yuhh ve off çekerek, havalimanındaki kiralık araba şirketlerinin elinde kalmış 'tek' arabayı benzeri bir bedele kiralamanın (dünya ortalamasının 3 katı gibi bir fiyat!) daha makul olduğuna karar verdik. Yerkürenin en pahalı ülkelerinden olan Norveç'in fena can yakacağı ilk andan belli olmuştu. Yanan el ve yüreğimizi soğutmak için olsa gerek, Oslo Yağmur Tanrısı hemen bardağı boşalttı tepemizden. Yağış altında ve içinden haritanın çıkmadığı bir kiralık arabayla Norveç topraklarında Kuzey Avrupa macerasına başladık. (Fotoğraf Kraliyet Sarayı)

Ülkenin yarım milyon nüfuslu güzel başkentinde (Norveç popülasyonu 4.6 milyon) yol bulmak kolay oldu. Günün kalanında, şehrin tüm ana arterlerine girdik çıktık, kılavuz kitapta 'görülesi' olarak belirtilmiş bina, park ve caddeleri gezdik. Norveçli mimar Snohetta tarafından yapılan Opera ve Bale Binası'nın dış sahnesinde banttan yayınlanan bir operayı Oslolularla birlikte 'kısmi felç' geçirme pahasına seyrettik. Hava soğuk ve yağışlı (14-15 derece), opera ise bildiğiniz operaydı, hızla uzaklaşılası:)


Oslo'da görülmesi önerilen yerler: Munch Müzesi (ülkenin en ünlü ressamı Edvard Munch'ın eserleri sergileniyor. En ünlü eserlerinden olan 65 milyon Euro değerindeki Çığlık isimli tablosu çalınıp sonra tekrar bulunmuştu, belki hatırlarsınız), Vikeland Parkı (Heykeltraş Gustav Vigeland'ın neredeyse tüm yaşamı boyunca yaptığı heykeller ile donatılan bu park gerçekten çok çarpıcı. İnsanın doğumu ve ölümü arasında geçirdiği evreyi, anadan üryan insan heykelleri ile anlatmayan çalışan heykeltraş Türkiye'de yaşasa muhtemel taşlanırdı), Viking Gemi Müzesi ve Aker Brygge (Eski tersane, artık üzerindeki bar ve restoranlar ile şehrin en keyifli sosyalleşme mekanlarından biri olmuş).
Daha önce kuzey şehirlerinin meşhur beyaz gecelerine tanık olmamıştım. Oslo'da saat 23.00 sularında hava alacakaranlık tadına geldi, tamamen kararmadı, 2-3 saat içinde hava yeniden aydınlandı. Benim gibi ışık sever bir insan için günün en sevindirici gelişmesi buydu (Fotoğraf Aker Bridgge, saat 23:15'te).

Oslo umduğumdan fazlasını bulduğum, sanatın yaşamın içine sızdığı, güzel ve medeni bir Avrupa başkenti. Gezilesi, tozulası... Ama mevsimsel ve ekonomik koşulları yüzünden birkaç günden fazla kalınası ya da yaşanılası mı, ciddi şüpheliyim.

1 yorum:

Özgün Uçar dedi ki...

Mekanlar dönüştürür insanı, insanlar mekanı. Norveç Ulusal Opera ve Bale binası şehrin modern imzası. Hem de ne imza, liman bölgesinde, denizle bitişik, Norveç'in fiyortlarından binlerce parçanın taşınarak, Norveçli gemi işçilerinin geleneksel yöntemleri ile tasarlanmış estetiğin düşlerle buluştuğu bir mekan.
Öyle ya İstanbul'u fethettik peki bu şehrin kalbini, kalbini fethedebildik mi? İstanbul'a gelen konukları büyüleyebilecek, İstanbul'un kalbini çalacak modern bir imzamız, sembolümüz var mı? Oslo'da ki mekan İstanbul'lu fetihçilerimizin elinde olsaydı adı Galataport olurdu. Açılışında mehter marşı oynar, anlı şanlı İstanbul'lu olurduk.