20 Aralık, 2009

mecburiyet caddesi

Aralık ayının 1'inde, Sri Lanka'dan döndüğüm günün ertesi, iş toplantısı nedeniyle Antalya'ya geçtim. Sabahın erken saatlerinden gecenin geç saatlerine kadar süren, günler ve geceler boyu alın teri dökerek oluşturduğumuz çalışmaların görücüye çıktığı, standart toplantılardandı. Hizmet sektöründe çalışıyorsanız kabullenmeniz gereken ilk gerçekler şunlardır: Mutfaktaki 'invisible hand'siniz, bunun için alkış beklemek saflıktır ve sizinle çalışılmaya devam edilmesi, başarılı iş çıkardığınız anlamına gelir. Self-motivasyon yeteneğiniz yoksa, mümkün değil bu düzenin içinde fazla dayanabilesiniz. Bu durumu gereğinden fazla içselleştirmiş olan ben, kendi ekibimi alkışlamakta oldukça cimri davranırım (Bunun için sizden özür diliyor ve birlikte yarattığımız her şey için teşekkür ediyorum).

Antalya toplantısından sonra, benim için anlamı büyük bir davet nedeniyle, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi'ndeki öğrencilere "Dünya seyahatinden Genç Gezginler Seyahat Bursu'na uzanan yolculuk hikayemi" anlatmak üzere Burdur'a gittim.

Bu davet neden önemliydi benim için? İlk kez mi sahneye çıkacaktım, ilk defa mı gençlerle konuşacaktım, Burdur'u görecek olmak çok mu şahane bir şeydi, para mı kazanacaktım? O kadar alışkındım ki kendim için çalmaya, kendi kendimi dövmeye, kendi kendimi alkışlamaya, kendi kendimle yarışmaya, son 12 yıldır tanıdığım herkesten daha fazla çalışırken 'görünmez el' olmaya... Beklenmedik bir anda, beklenmedik bir mecrada -bir blogda- yazdıklarım yüzünden, beklenmedik bir kurumdan aldığım bu davet, beni beklenmedik şekilde sevindirdi. Görünür olmanın sevinci! Daha doğrusu; kolayca yapabileceklerimi yapmamayı seçerek durduğum yerde, bildik yollardan geçerek değil, kendi yolumdan giderek ilerlerken, değer bulmanın sevinci.

Burdur'a 6 Aralık öğle saatlerinde ulaştım. Burdur: Güneybatı Anadolu'da Göller Bölgesinde yer alan, Antalya-Denizli-Muğla-Afyon-Isparta'ya komşu, deniz seviyesinden 1000 m yükseklikte, dağlarla çevrili bir il. Toplam nüfusu 257 bin civarında (merkezin nüfusu 60 bin).

Başı sonu arasında binasız pek metre kalmamış, 24 saat uyumayan bir şehirde yaşamaya alışkın biz İstanbullular için küçük illere yapılan yolculuklar enteresan geçer. Şehre varır varmaz, konuştuğum ilk 3 kişiden duyduğum şey, şehrin atar damarı olan Cumhuriyet Caddesi'nin, halk arasında Mecburiyet Caddesi olarak adlandırıldığı oldu. Mecburiyetin derinliğinin izlerini sürmek için kısa bir tur attığım caddede, varlığını unuttuğum ve çocukluk-ilk gençlik yıllarımdan hatıra kömür sobasının kokusunu almak, yanımdan geçenlerin bana hiç bakmaması (mor topuklu ayakkabım ve şalımla zuzaylı gibi görünmüyordum demek), şehrin en büyük caddesinde üzerindeki ana kavşakta kırmızı ışıkta bekleyen araç sayısının 3'ü geçmemesi, yakındaki göle gitmek için nereden taksi bulabileceğimi sorduğum polis memurundan şehrin tek taksi durağının otogarda olduğunu öğrenmek ve "boş verin canım, çamurdan başka bir şey yok gölde" sözlerini duymak ilginçti.

Kaldığım Grand Özeren Spa Oteli'nde Tayland kadar olmasa da, oldukça makul sayılacak bir fiyata masaj yaptırma şansını, çamurlu gölü keşfe çıkmaya yeğledim. Gece, otelin mutfak kapısı gıcırdayan restoranınında (kapıyı yağlasalar iyi olacağı geri bildirimini vermek konusunda çenemi tutmadım), ben dışında ilginç bir müşteri daha vardı: İtalyan bir satış elemanı. Genişce sayılabilecek ve diğer tüm masaları boş restoranda, çalışmak için en köşe masaya konuşlanmış, tabağının yanına notebook'unu koymuş yalnız bir kadının tam karşısına ve yüz de ona dönük oturulması tek bir anlama gelir: "Allah rızası için 2 kelam edelim".

Bir süre bu sessiz daveti görmezden geldim; zaten tutuşmuştum, ertesi gün kişisel tarihimde önemli sayılabilecek bir sınava çıkacaktım ve henüz ne anlatmam gerektiğinden hala tam emin değildim. Karşılıklı yemeklerimiz bitince, daha fazla dayanamadım, insaniyet namına bir şeyler yapılmalıydı. Karşı masaya bir laf atarak, sohbeti başlattım. Gönüllü gezginlikle, iş nedeniyle seyahat etmek arasında gerçekten büyük bir duygu farkı var. Birinde özgür ve iletişim kurmak konusunda fütursuz, öbüründe yalnızlığa neredeyse mecbur, usturuplu ve edilgen olursun. Birinde köksüzlüğü seçmiş, diğerinde ekmek parası için köklerinden zorla koparılmış kişisin. İtalyan bana Kemalettin Kamu'nun Kimsesizlik şiirini hatırlattı. "Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın / Kulaklarım komşuların ayak sesinde/ Varsın gene bir yudum su veren olmasın / Baş ucumda biri bana 'su yok' desin de!". Bir kahve içimlik sohbetimizin kendisine iyi geldiğini umarak, odama çalışmaya gittim.

Davet kısmı güzeldi de işin, bir de sanılan şey çıkmamak endişe vardı. Benden önce İdil Biret'in konuk olduğu konferans salonuna çıkacaktım. Kimdim ben?? Gezgin bir blogger!! Son geceye kadar vakitsizlikten hazırlayamadığım sunumumu, Burdur'da geçirdiğim tek gece sabahlayarak oluşturdum. 'Görünme'nin dayanılmaz ağırlığı ve sorumluluğu! Ertesi sabah sunum ve hala gösterip göstermediğimden emin olmadığım tüm seyahatlerimden derlenmiş video klip ancak bitmişti ki; beni 'gören', gördüğünün ötesini sezen ve üniversiye davet eden MAKÜ Farabi Değişim Programı Kurum Koordinatörü ve Fizik Bölümü hocalarından Yrd Doç Dr Ülkü Bayhan, otel resepsiyonunda aradı: "Hazır mısın Özlem?"

Gençlerin hayallerindeki 'özgür kız'lıktan uzak görüntüm üzerine cool'luk ceketini giyerek, görünmenin ödülünü almak umudu ve bedelini ödemek mecburiyeti içinde aşağıya indim. Hazırdım.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Bir günlüğüne burdura gelip italyanla tanıştınız, pes doğrusu:D
Biz niçin görmüyoruz o italyanları?

OzlemPansiyon dedi ki...

büyük bir kayıp sayılmazdı, üzülme:)

hafize dedi ki...

Ozlem 30 saniyeligine bakkala girse orada da biriyle kaynasiverir. Cogunlukla kendi adim da atmaz ustelik. Nedense herkes ona yaklasir. Yaklasmanin dakikasinda da dertlesme baslar.

Nihal Dulkadir dedi ki...

Geç kalmış bir geri bildirim olacak ama yazmak istedim :) Oradaydım. Genç bir akademisyen olarak konuşmanızı merak ve ilgiyle dinledim. Dinlerken de tek taksi durağı olan bu küçük şehrin öğrencilerinin konuşmanız konusunda neden benim kadar heyecanlı olmadığını sorguladım. "Fırsatları değerlendirebilirsiniz, indirimlerden yararlanarak bir uçak bileti alın mesela..." dediğinizi ve "Aynı şekilde ben de yakın zamanda hiç görmediğim Erzurum'u görme fırsatı bulacağım." dediğinizi hatırlıyorum. Seyahat deneyimlerinizi ilgiyle dinledim. İdil Biret'i ağırlamış konferans ve sergi salonumuzun, sizin gibi renkli bir kişiliği ağırladığı için çok şanslı olduğunu düşünüyorum. İyi ki geldiniz, umarım yine gelirsiniz...