17 Nisan, 2006

otobüs vukuatları

Anlatırken milleti yaran otobüs vukuatlarım vardır. Bakalım yazınca da komikliğini koruyacak mı olaylar?

Vukuat 1:
Adana-İstanbul hattı. Yaşım 5-6 filan. Bir yerde mola verilmiş. Annem, ablam, ben otobüsteyiz. Otobüste bizden başka 3-5 kişi ya var, ya yok. Genç bir adam bindi otobüse. Otobüs aniden hareket etti, ana yola doğru çıktık.

Ön koltukta oturan yaşlı adam: “Evladım, nereye gidiyoruz?”
Genç adam: “Sizi Allah adına savaşmaya götürüyorum.”

Kaçırılan otobüsümüz, otobüs kullanmakta acemi şoförümüzün kabiliyetsizliği nedeniyle birkaç yüz metre sonra tekledi. Arkadan yetişenler sağlam bir dayak attılar genç adama. Ortaya çıktı ki sonradan, bizimki akıl hastanesinden kaçmış.

Vukuat 2:
İstanbul-Adana hattı. Ortaokuldayım. Annemler galiba Adana’da tatilde. Ben onların yanına gidiyorum.

Gecenin bir yarısı… Neredeyse şoför bile uyuyor; bir ben uyanık. Şiddetle ve aciliyetle molaya ihtiyacım var. Bir saat geçti, iki saat geçti. O yıllarda öyle tuvalet filan yok otobüste. Mola verilmiyor bir türlü. Çıldıracağım. Tuz Gölü’nün yanından geçiyoruz. Ağlıyorum acıdan. Yok vallahi öleceğim. Dayan dayan, bir yere kadar.

Ölmemek için o otobüste, çok fena bir şey yaptım. Ne siz sorun, ne ben söyleyeyim:)

Vukuat 3:
Adana-İstanbul hattı, üniversitedeyim. Ablamı ziyaret etmişim, dönüyorum.

Gebze civarlarında yolumuz kesildi. Otobüsteki tüm erkekler, bir de ben aşağıya indirildik. Ellerinde kalaşnikof taşıyan en az 10-12 görevli (asker mi, jandarma mı, bilmem ki ben bu işleri). Kadınlar ve çocuklar camlarda. Bizi yüz üstü yatırdılar yere. Ben durumdan o derece memnunum ki (Yaşasın! Anlatacak bir olay gelmekte başıma), durumumun abukluğu görevlilerin dikkatini çekti, beni kenara ayırdılar ve çömerek oturmamı buyurdular.

Hala merak ederim; neden tek kadın ben?

Vukuat 4:
Atlanta-Boston / Boston-Atlanta hattı. Sene 96.

Toplamı 48 saat süren Greyhound seyahatimin her dakikasında ayrı bir olay yaşadım. Molalarda elime tutuşturulan “call me” kartları mı istersiniz, babası BÜ rektörünün kankası olduğu için bizim okulda kalmış yol arkadaşı mı, kucağında koca bir ağaç taşıyan zenci teyzemle bitkiler alemi hakkında beyin iğfalli sohbetler mi… Ne aranırsa vardı bu seyahette. Zenci bir amcanın kucağında uyandığımı hatırlıyorum bir de.

Vukuat 5:
Geçmişte sadece zenci amcanın kucağına düşmüş olsam iyi. Taksim-Hisarüstü hattı. Sene 93. “Uyurken öte tarafa geçip, sonra bi daha dünyaya dönüyorum” diyorum ya, vallahi yalan değil.

Uykusuz birkaç gecenin ardından bindiğim halk otobüsünde en arka köşeye oturdum. Otobüsün kalkışını hatırlamayacak kadar hızla geçmişim öte dünyaya. Zincirlikuyu civarında boynumda bir ağrıyla uyandığımda, baktım birinin göğsünde yatıyorum. Oğlan 25-30 yaşlarında, Çalıkuşu’nun Kamuran’ına (K. Kalav) benziyor, ince bıyıklı. Bir güzel atmış kolunu, ben de yerleşmişim hiç kasmadan. Yardım sever genç adama karşı mahcubiyetten öleceğim.

Özlem: “Yaa çok özür dilerim”
Kamuran: “Aman canım, lafımı olur. Çok derin uyuyordunuz. Rahat edin diye kolumu atayım dedim”
Özlem: “Çok çok çok özür dilerim. Yani vallahi çok özür dilerim. Çok üzgünüm”
Kamuran: “Aşkolsun yani, üzülmeyin canım. Çok güzel uyuyorsunuz”
Özlem: “Neyse işte, özür dilerim. Çekseniz artık kolunuzu”
Kamuran: “Sizi rahat ettirmek benim görevim. Ne kadar tatlısınız”
Özlem: “Nasıl yani?!?”
Kamuran: “Yani o kadar tatlısınız ki, sizi İstiklal’den beri takip ediyorum. Siz bu otobüse bindiğiniz için peşinizden ben de bindim. Sakın yanlış anlamayın, bakın ben Mecidiyeköy postanesinde memurum. Kazancım fena değil. Niyetim ciddi”
Özlem: “Hönk!!!”

Vukuat 6:
NYC-WDC hattı, sene maalesef 2006:) Yonç, Oğuz ve ben olarak New York tatilinin ardından DC’ye geçmekteyiz. Açlıktan öleceğiz. 10 dk ihtiyaç molası verildi, koşarak daldık Burger King’e. Yonç salata kaptı, biz hamburger patates peşindeyiz. 10 dk oldu, 15 dk… Bizim yemekler henüz yok.

Oğuz: “Yonca, sen önden git. Bizi unutmasınlar”.

Arkalardaki yerimize oturan Yonca, otobüs hareket edince paniğe kapılır ve bağırır.

Yonca: Waitttt! My friends are coming…
Şoför: I said 10 minutes. I can’t wait.

Şoför istifini bozmaz, duran otobüs yeniden hareketlenir.

Yonca: STOPPPP !!!!
Şoför: I said, 10 minutes. TEN MINUTES!!!!
Yonca: NO ENGLISH. NO ENGLISH. HELP MEEE!!! MY FRIEEENDDDSSSS!!!!

Bir grup vicdan sahibi Yonca’ya arka çıkmış. Otobüsün beklemesine karar verilmiş sonunda. Biz otobüse elimizde kokan patetes, hamburger ve cola menüsü ile mutlu mutlu bindiğimizde, Çinli şoförün kaşı gözü oynamıştı yerinden. Saatini gösterip bir yandan da bağırıyor: “I said, 10 minutes”.

Bizim memlekette molalar biraz uzun sürer. Bi de otobüste köfte yemek adettendir. Ne bağırıyon? Hayret bişey yani:)


Aysudak'ın akıl ettiği üzere otostop anılarını da yazmamak olmaz. İlerleyen günlerde inşallah.

3 yorum:

OzlemPansiyon dedi ki...

aynen o donem oldu. yanimda hem f.engels'in bi kitabi, hem de b.cartland tadinda bi ask romani. tarihi celiskinin gobegidir bu. bir yandan engels kitabimi saklamaya calistim, diger yandan da karizmayi cizdirmemek icin ask romanimi. genclik iste:)

Adsız dedi ki...

anlatinca nasil bilmem ama yazinca komik olmus.
biz hic yasamamisiz demek ki.

Lucid dedi ki...

Merhaba,

Çok güldüm:) "No english" demek :)
Çok güzel anlatmışsın...