Her gün bir yerden göçmek ne iyi, her gün bir yere konmak ne güzel. Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş. Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım!
28 Ekim, 2006
şili'de 'ara sıcak'
Kendimde farkettigim bir diger komik durum, dokunmatikligim iyice abarmis. Her zaman ellek bir insandim ama bu sefer durum gercekten tehlikeli boyutlarda. Ablam ve Burcin’i minciklamak istiyorum surekli. Biri bana hep dokunsun, hep bi sevsin, hep bi ilgilensin. Insan sicagi ne guzel bir seymis.
Bitli turist formatina yeni bir boyut getirdigim zaten anlasilmisti. Ama bu sefer durumu abarttigimi ve 10 gundur Turkiye’den gelen bayram ekibi ile 5 yildiz otellerde konakladigimi, futursuzluk icinde gece showlarina, ekstra turlara katildigimi itiraf etmem lazim. Yani 2 dolar kurtarmak icin gece uyusturucu saticilari ile odasini bile paylasmis olan ben, bir lakaytlik icinde yuz dolar oraya, yuz dolar suraya harcar hale geldim. Bu yaptigim akillara zarar bi durum, kabul. Ama kavgada yumruk sayilmaz hesabi, katilmisiz bir kere tura, cok sukur hala paramiz da var, yasamak lazim guzellikleri.
Cok guzel bir ekibimiz var; rehberimiz Ayk ile birlikte toplam 14 kisiyiz. Onucuncu yolcu olarak tura Rio havaalaninda dahil olmam ne cesit anilara yelken acacagim konusunda beni endiselere gark ettiyse de basta, cok sukur 13’un ugursuzlugu diye bisey yokmus. Zaten ben inanmam ki boyle seylere. Poh! Golden Bay Tur bizden tam not aldi. Organizasyon super. Hersey tikirinda gidiyor.
Keske grubun birbirinden guzel insanlarini tek tek tanitabilsem. Ama yazacak hal, nefes alacak vakit yok. Geride biraktigimiz yerler: 4 gun Rio de Janeiro, 2 gun Iguazu, 3 gun Buenos Aires.
Santiago'dan sonra… Ben yine yalniz… Ben yine sefil… Ben yine yollarin gulu.
Nereye mi? Ruzgar nereye eserse.
20 Ekim, 2006
brezilya'daki afrika: salvador
UNESCO’nun ‘kultur mirasi listesi’ne aldigi, Salvador’un tarihi bolgesi Pelourinho’da kaliyorum. Pelourinho bolgesi, zapt edilmesi guc asi kolelerin bir zamanlar kirbaclandigi meydandan almis adini. Pastel renkli binalarla cevrili bu meydanda simdi guzel cafeler, bol bol turist ve nese var. Tum bu turist cennetinin arka sokaklarinda ise yine sefalet. “Ne kadar siyahsan, o kadar fakirsin” kurali burada da yikilmisa benzemiyor. Turistleri banka gibi goren saticilar, resim cekme karsiligi 10$ istemeye utanmayan geleneksel beyaz giysileri icindeki Bahai kadinlari filan da var, ama gecelim onlari. Bunlar manzaranin tatsiz kisimlari.
Amazon turunda beni de iclerine alan Belcikali kiz arkadaslarimla bulustum Salvador’da. Kiz kiza geziyoruz. Ohh ne guzel. Yalnizlik dert olamaz gerci burada. Herkes 3 dakikada kuzu sarmasi.
En iyi arkadaslarim yine sokaktakiler; danscilar, perkusyoncular, saticilar, ressamlar. Aslinda bunlari da birbirinden ayirmak pek mumkun degil. Boncuk satan adam ansizin elindeki sopalari oraya buraya vurarak muzik yapiyor. Ressam beni kolumdan cekip dansa basliyor, café’deki garson yanik sesiyle kesinlikle Portekizce olmayan bir dilde sarkilar soyluyor. Oyle ki 2 gunun sonunda yolda karsilastigim her 5 insandan biriyle opuserek ilerler hale geldim.
Salvador’da her sey muzigin ritmine gore hareket ediyor. Her koseden fiskiran muzik dunyaya yeniden donusumu kutluyor.
Bahia’lilarin kulturleri uzun sure yeraltinda gelismis. 1530’lardan sonra seker kamisi plantasyonlarinda calismak uzere bu topraklara getirilen Afrikali atalarini unutmamislar. Tum yasaklamalara ragmen, kulturlerini kusaktan kusaga aktararak yasatabilmisler (3,5 asirlik kolelik donemi icinde 12 milyon Afrikalinin bu bolgeye getirildigi tahmin ediliyor. Bunlarin 1 milyonunun daha kitaya varmadan yolda oldugu, kalanlarin ise cok agir calisma sartlari nedeniyle ortalama 8 yil yasadigi dusunuluyor).
Insanligin hikayesi ne kadar trajik, ne kadar vahsi, ne kadar acimasiz.
Dun gece bir dini torene katildim. 300 yil once kurulan bir grubun, Candomble toreni. Birkac ayri asamadan olusuyor toren. Ortada 50 kadar kadin, erkek. Belli ki toplulugun secilmis kisileri. Ozel kiyafetler icindeler. Kadinlar Bahia geleneksel giysileri giymisler; beyaz dantel kabarik elbise, belden ve gogus bolgesinden rengarenk cok kalin kusaklarla bagli. Saclarinda yine kiyafetleri ile uyumlu ortuler. Erkeklerde beyaz diz alti pantolan, beyaz tunik, ayaklar ciplak, kafalarinda beyaz bir takke.
Once halka halinde uzun sure dans ediyor ve sarki soyluyorlar. Perkusyon grubu onlara eslik ediyor. Sonra gayet torensel bir sekilde kocaman bir tepsi icinde (ortada dans eden tum grup uyeleri tepsinin bir kenarindan tutuyor) ortaya ozel bir yemek getiriyorlar. O dakikaya kadar benimle yanda oturan topluluk uyeleri yerlerinden kalkiyor, lapa halindeki yemekten bir avuc aliyor. Ortamdaki agir yemek kokusu, tepsiye dalan eller, avuclardan akan sumuk kivami yemek. Midem icin gercekten zor anlar…
Sonra grubun daha kidemli elemanlari kaliyor sahnede. Gozler kimisinde kapali, kimisinde sadece aklar gorunuyor, dudaklar buzulmus, cok tuhaf bir dans basliyor. Bir yandan donuyorlar ama bir yandan da cok tuhaf sekilde hareket ediyorlar. Anlatilana gore o sirada inandiklari tanrilarin ruhlari iclerine giriyor. Tarifi mumkun olmayan, kesinlikle akil kari da olmayan, bilincsizce yapiliyormus gibi gorunen hareketler…Uc bes dakika degil, neredeyse bir saat suruyor.
Bir ara bu bilincini yitirmis gibi gorunen kisiler disardan destekle ozel kiyafetler giyiyorlar. Muhtemelen hepsi baska bir tanriyi temsil ediyor. Birinin elinde balta, birinde kilic, birinde ayna, birinde puskul, biri Romalilara benziyor. Ben atmosferi daha iyi anlayabilmek icin sahnenin en onune konuclandigimdan, gozu kapali, elindekini sallaya sallaya dans eden kisiler tarafindan birkac kere balta ve kilicla bicilme tehlikesi atlatiyorum.
Ortamda yasli bir de kadin var, toplulugun lideri. Tahta benzer bir sandalyede salonun merkezine oturmus. Arada insanlar secdeye kapanir gibi liderin ayaklarina atiyorlar kendilerini. Ama makul bedensel hareketlerle degil, basbayagi kapaklanip bir sure cirpiniyorlar yerde. Sonra kadin bunlari kaldiriyor, sarilip opuyor. Toren sonunda tum cemaate yemek dagitiliyor. Bu cemaat 300 yil once kurulmus. Brezilya’da Candomble dinine inanan pek cok community’den biri sadece.
Candomble dininin kitabi yok, tek bir tanrisi yok, dini kurallari yok, toplumsal bir duzen olusturmaya calismiyor, degerleri saibeli. Buyuculuk ogeleri barindiriyor sanki. Felsefesinde pozitif dusunme, dogaya saygi, toplulugu kaynastirma, yaslilara hurmet filan varmis da, anlamadim ben pek bu isin felsefesini. Okudugum bir yazida Candomble dini soyle anlatiliyor: Avrupalilarin, Afrikalilarin ve biraz da yerlilerin tum ruhlari, azizleri ve tanrilari astral seviyede birbiriyle bulusmus ve Afro-Brezilyali bir din olan Candomble’yi olusturmus. 1970’lere karar yasak olan bu doga dininin tanrilari atesle, suyla, dogayla, nehirler ve ruzgarla baglantili.
Dun Rio de Janeiro’ya vardim. Turkiye’den Guney Amerika’ya 'bayram' geldi. Yasasin!!!
Ablam, arkadasimiz Burcin ve tatile gelen bir Turk kafilesi ile birlikteyim. Ozlemisim dedim memleketimi. Bir sure yasanacak kokos hayat da isin ayri guzelligi tabii:) Bakalim sosyetik Turkler arasinda 4 aydir ustumden cikmayan 4 t-shirt ve 2 pantolan ile ne sekil bir yer edinecegim. Asli hala bana kokos desin. Ustum basim delik ayol. Degistim ben diyorum. Anlasana:)
18 Ekim, 2006
brezilya seyahatinde bir an geldi ki...
Haftasonu icin Salvador’a hizli feribot ile 2 saat uzakliktaki Morro de Sao Paolo adasina gitmistim. Brezilya’nin en guzel plajlari listesinde adi gecen bir mekan. Nefis plaj filan efsane ama ada gercekten cok cici. Sabaha kadar suren plaj partileri, bana Bodrum’u animsatti. Buenos Aires’ten tatile gelen 5 Arjantinli genc de olaylarin disinda kalmamama yardimci oldu, sagolsunlar.
Adadan donuste 15 kisilik bir tekneye bindim, okyanus inanilmaz dalgali o gun. Ilk dakika itibariyle elimize posetleri tutusturdular. Deniz beni feci tutar. Mavi tur arkadaslarim iyi bilir bu durumu. Karadan biraz uzaklastigimiz her seyahatte bir drama yasamisligim vardir. Ama midem bulanir cok cok. Bu sefer baska.
Yola cikmamizin ustunden 5 dakika ya gecti, ya gecmedi. Midemden baslayan bir uyusma hali, hizla tum vucuduma yayildi. Oyle ki birkac dakika icinde yuzum, ellerim, bacaklarim kasildi. Felc olmusum gibi. Nefes alamiyormusum gibi. Olecekmisim gibi. Yuzumu oynatamiyorum, ellerim kilit. Aglayamiyorum bile. Sadece bildigim tum dillerde “bana yardim et tanrim” diyorum. “Tanrim bana yardim et”. Insanlara da “bana bisey oluyor, normal degil, yardim edin” diye yalvariyorum. Hayatimda bu kadar zayif bir pozisyona dustugumu hatirlamiyorum. Sarhos bile olamam ben. Hani olur da maymun pozisyonuna duserim diye.
O sira aklimdan bin dusunce geciyor. “Bu mudur hakettigim son? Dunyanin ote tarafinda, sevdiklerimden uzak, aklimda hala yanitlanmamis bin cesit soru, kimseye bir faydam dokunmamis, bir iz birakmisligim yok, boyle mi olecektim?”
Az biraz medikal bilgimle hesaplar yapiyorum, ihtimalleri tartiyorum (Olurken bile kafa calisiyor, bakiniz): Gunes carpmis olabilir, zehirlenmis olabilirim. Belki de deniz tutacak korkusuyla hayatimin ilk panik atagini deneyimliyorumdur vs. Insan nefes alamazsa kac dakika yasayabilir? 3 dakika miydi neydi, az kaldi sanirim 3 dakikanin bitmesine. Haha. Buraya kadarmis.
O dakika teknenin tek murettebati kusmakla mesgul, hala ayakta kalabilen birkac yolcu yardima geliyor. Kilitlenen ellerime masajlar yapiyorlar. Bir yandan da surekli benimle konusuyorlar. Duzeldim sanki… Hoooppp… Bi daha. Bunu atlatmam vallahi mumkun degil. Yolculuk boyunca ipod sayesinde benimle olan Atila Ilhan’in sesi kulagimda yankilaniyor sanki. Surekli An Gelir siirini okuyorum icimden.
...
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür.
...
Az kaldi benim o son anima. Guzellikle anlamadim, bu sefer de Tanri bana sopayi gosteriyor.
Yolculuk, 2 elim yandaki yolcularin elleri arasinda, bitti sonunda. Benim disimdaki yolcularin kusma ortalamasi 3. Kusmaktan yere yapisanlar, yari baygin yatanlar… Ben olumle savastigim icin o sirada, kusacak firsati bulamadim sanirim. En komigi elimi tutan eller bi sure cekiliyor, el sahibi bi kusup geliyor, sonra biraktigi yerden gorevine devam ediyor. Yamulan yuzum ve yalvarislarim onlari da olume yakin olduguma inandirmis olmali:)
Benim kadar kontrol budalasi, guc saplantili, en yakinlarindan bile yardim isteyemeyen, zayifligini gosteremeyen bir manyaga iyi oldu bu hikaye. Hic tanimadigim insanlara yalvardim, yakardim. Bi rahatladim. 10 yil daha bu gazla, tam kontrol yola devam edebilirim.
Golgeleriiiinnn gucu adinaaaaa…
Cok zor anlardi, su dakika o duyguyla anlatmak mumkun degil. Otele gidince bir de otel sahibi yakisikli Andre’ye bir saat kadar agladim. “Oluyordum, hooo” diye. Yurdumda olsa coktan bagra filan basilmis, sevkatle sarmalanmistim. Su verdi, kalpsiz cocuk!:)
Arkadaslarimdan fazla gecmez, yine bir yorum gelir. “Ah gecmis olsun Ozlem’cim. Ama kotuye bisey olmaz, di mi? Hehe.”
Olmuyormus harbi. Bakin hala domuz gibiyim. Yokladim ote tarafi, ama dondum yine. Yasadigim her deneyim bana yeni bir kapi aciyor. Acilari bile sahiplenmek, bir mana cikarmak ne guzel bir bakis acisiymis.
Tekneden yeni kankalarimla (malum dakikalarca el ele tutustuk) sarilip opuserek, tam anlamiyla helalleserek ayrildim. Hala yazistigim insanlar kazandim. Bende her meziyet yoksa bile, vefa kesinlikle olan bir meziyet.
Şu mini okyanus yolculugu, icten ice hayalledigim Antarktika cruise seyahatinden vazgecmeme sebep olacak gibi. Dunyada basilmadik toprak kalsa da olur (di mi?).
12 Ekim, 2006
amazon, brezilya'da maceraya devam
Bu duygularla ciktim yola. Buldugum, umdugum ya da sandigim degildi. Carpici Canaima gezisinden sonra, aldigim 3 gunluk Amazon turu beni kesmedi acikcasi. Bunye otesini istedi, aradi. Amazon ormanlarinin derinleri gercekten baska bir dunya olmali. Hala Indianlarin yuzlerce yil oncesindeki hayatlarini yasadigi, bin kusur yasindaki dev agaclarin, binin uzerinde kus cesidinin, vahsi doganin tum cesitliligi ile var oldugu bambaska bir dunya... Ama gercek Amazon ile tanismak icin minimum 15 gunluk bir tura katilmak gerekiyor. En sahanesini ben yasadim diye atip tutacak degilim. Vatandas gelip 3 ay ormanda kaliyormus. Biz `ucundan acik` gorduk, baktik tadina. Eni topu olayimiz budur. Haliyle bir devrim de olmadi hayatimda. Ne kadar ekmek, o kadar kofte.
Gezimin pek kisa ozeti sudur;
Piranha tutma girisimleri (ben ancak zottirigot bir balik yakalayabildim), gece timsah avi (yavrusuna denk geldik, hatta ben biraz mincikladim da hayvani. Cok akil kari degilmis, sonra kolsuz cok adam gordum ormanda), nehirin uzerindeki kampta konaklama (Anaconda Lodge), koy ziyareti, aksamlari yeni arkadaslar ile caipirinha yuvarlama (en populer Brezilya ickisi), 250 dolar kadar soyulma, 4 saatlik jungle yuruyusu.
Ormanda hayatta kalmak icin ormani tanimak lazim. Rehberimiz Ruben, elindeki dev bicagi bir o yana, bir bu yana carpa carpa gidiyor. Her agacta baska bir numara. Kimisini kesiyor, suyunu iciyorsun (Insanlar ormanda gunlerce susuz bu sayede yasayabilir). Kiminin dis yuzeyini yakiyor, ozellikle gece kamplarinda yabani hayvanlarin ve boceklerin gelmesini engelliyorsun. Aydinlatma ek fonksiyonu da cabasi. Kimisinin retinesi sifali, kimisinin dalini sigara gibi iciyorsun kurutup.
Not: Tum GA´nin en Afrikali sehri Salvador´a ulastim, ilk firsatta yazacagim.
brezilya'ya yolculuk: 'her yerde kar var'
Uzun yolculuklarda her gun elde harita oradan oraya kosmak yok. Bol muhabbet var (En azindan benim icin). Bol hikaye var. Gunlerce hostelden cikmayan gezginler gordum, TV odasinda oyle takiliyorlar.
Sadece son 2 gunden size ornek vereyim, ne cesit insanlara denk geldigime dair fikriniz olsun.
Joann; Amerikali, 64 yasinda, backpacker. Son 13 senedir yilin 8 ayini seyahat ederek geciriyor. 100'un uzerinde ulke gormus. 2 kere evlenip bosanmis. 50'sinden sonra nisanlandigi adami Tahiti'de birlikte tatil yaparlarken kaybetmis bir kaza sonucu. Konuskan bir kadin. Turkiye'yi cok seviyor. Turkiye'deyken bir adamla flortlesmis, adam israr etmis o gece birlikte olmalari icin. Yok demis. Ama sanki biraz pisman simdi. Yahu, bu isin bir final yasi yok mu? Yani olene kadar mi mokoko?
Gozumun onune 54'unde hayata noktayi koyan anneannem geliyor. Tonton anneannem, bazen camin onunde sokaktan gecenleri izliyor, bazen torunlara kazak oruyor. Sirtta canta, yilin 8 ayi, hostellerde yasamak. Bir de arada erkeklerle tanismak, opusmek filan. Hops, noluyoruz?
Adini hatirlayamadigim Gana'li adam; Haliyle zenci, 48 yasinda. Cok yer gezmis, degisik ulkerde yasamis son 19 yil boyunca. Gana´daki denizcilik enstitusunde hocaymis, simdi hostelde calisiyor. Ek isi de el altindan kokain satmak (Turist fiyati: 3-4 gr, 30 dolar, ne demekse. Ama kendileri cok daha ucuza kapatiyor kesin. Soylenene gore ergenlerin %95´i burada kokain kullaniyor).
Ayni zamanda oda arkadasim oluyor kendisi. Her nasil olduysa dormitory denen yerde sadece ikimiz kalacagiz bu gece. Su dakika odada, insallah uyuyor. O uykunun derinliklerine dalmadan odaya girmeye hic niyetim yok. Benimle ilgili niyeti kesinlikle bozuk. Vaktiyle evlendigi Turk kadin iyi bir izlenim birakmis olmali.
Neredeyse kimseye deger vermiyor. Deger verdigi tek sey baska bir ulkede yasayan, evlilik disi dogmus, 5 yasindaki oglu. Turk kadindan olma kizi ama, listede yok.
Juan Luis; 35 yasinda, pek cok dil konusuyor, buradaki rehberlerden biri. Amazon turundan sonra sehire donup kaybolan paramin pesine dusunce ve acentalardan hirsiz muamelesi gorunce sinirim bozuldu ve biraz gozyasi doktum o gun. Acentada ucak bileti kestirmekle mesguldum o dakika, her nasilsa gozyaslarim suzulmeye basladi. Sasirtici bir andi hepimiz icin. Daha sasirtici olan Juan´in da o dakika gozyasi akitmasi.
Iki hafta once 5 yasindaki kizini kaybetmis Juan, kalp buyumesi yuzunden. Soyledigi bunu soyleyebildigi 2. kisiyim. Uc gun sonra ogrenmis kizinin vefatini. Eski sevgilisi muhtemel yeterince para yardimi yapmadigi vs icin bunu sucluyor, haber bile vermeye gerek gormemis. Juan simdilerde Rio´ya girmeye hazirlaniyor, annesine torununu kaybettigini yuz yuze soyleyebilmek icin. Ama cebinde parasi olmadigindan eski Japon bir musterisinden yardim istemis (Burada insanlar gunluk yasiyor; ertesi gunun yemek parasi bile cogunlukla ceplerinde yok. Agustos bocekleri gibiler. Para varsa yemek, icki, uyusturucu, kadin. Yoksa bekle, bi yerden gelir yarin). O parayi bekliyor simdi.
Buradaki iliskiler super boktan oldugu, muhtemel kendisi de pek de duzgun/guvenilir bir kisilik olmadigindan buradan para bulamiyor. Japonya´dan otobus bileti parasi gelmesi gercekten trajik. Birlikte agliyoruz bir sure. Otesi yok. Hayat devam ediyor.
Daniel; 44 yasinda, Brezilya`nin yerlilerinden biri. Gunduzleri 6 dil, gece kafayi cekince 12 ayri dil konusabiliyor. Felegin gercek anlamda cemberinden gecmis. 14 yasinda kabilesinin yasadigi koyu terketmis. O dakikaya kadar Brezilya´da bile sehir gormuslugu yokken, bir kargo gemisine gizlice girerek Londra´ya gitmis. 6 yil orada, uzun sure Norvec´te yasamis. 45 ulke gezmis, simdi rehber ve 3 ayri ulkenin vatandasi. Iki sene Norvec´te hapis yatmis. Hayatla kavgasi yok artik.
Insanlarin hayata tutunma cabalari cok etkiliyor beni. Goze aldiklari seyler inanilir gibi degil. Yillardan ve yollardan sonra gelinen noktanin, tekrar ilk nokta -ormanlarda basit yasam- olmasi ise dusundurucu.
10 Ekim, 2006
adios venezuela
Venezuela, beklenmedik sekilde bende pek cok ani birakan guzel ulke. Ozleyecegim onu. Yazmamak, sanki ihanet.
`Sevdigimi demez isem/ Sevmek derdi bogar beni (Y.Emre)´
Venezuela’da 34 ayri yerli etnik grup yasiyor. Her grup tamamen ayri bir dil konusuyor. Canaima golu kiyisindaki kokos sayilabilecek kampta tanisiyorum Antanio ile. Benimle konusurken gozlerimin icine bakip burnunu karistirmasa cok daha fazla sevecegim kendisini:)
Antanio bir Indian. Chavez doneminde okul, mini bir hastane ve elektrik bolgeye geldigi icin onun bir kahraman oldugunu dusunuyor. Toplam buyuklugu Isvicre kadar olan Gran Sabana’da (Canaima Ulusal Parki) 17 bin yerli var. Daginik duzen yasiyorlar, kalabalik koyleri yok. Bir evde ortalama 15 kisi. Hamaklarda uyuyorlar. Balik tutuyor, avlaniyor, belki biraz ekip biciyorlar. Neredeyse para bile kullanmiyorlar. Ilaclarini dogadan kendileri hazirliyor.
Dort gun suren Canaima, Angel Falls gezisi sayesinde, yerlilerin yasamlarindan payimiza duseni aldik. Elektriksiz, yataksiz, banyosuz. Mutluluk icinde hem de.
Antonio’nun 5 kere evlenmis annesinden ve en az o kadar eslenmis babasindan duzinelerce kardesi var (Bildigimiz sekil bir evlilik kurumu yok). Monogami son 20 yilda biraz daha popular olmus, ama aslinda o sekilde yasamiyorlar. Akraba cikmamasi icin esleri baska gruplardan seciyorlar. Bu genislikte bir cografyada, daginik bir yerlesim duzeni icinde yasayan ve bes on cocuk yapmis bir kadinin, nasil bu kadar cok koca eskittigini benim aklim almiyor.
Bolgeye gelen misyonerler sebebiyle Hiristiyan olmuslar, ama kendi inanclarini da yasatiyorlar. Daglarin, gunesin, agaclarin, nehirin vs ruhu olduguna inaniyorlar.Mesela Angel Falls’in dokuldugu tepeye Auyan Tepuy (Devil’s Mountain) deniyor. Ayni sekilde benim bakip da cennet boyle bir yer olsa gerek dedigim Canaima Golu’nun hastalik ve olum getiren kotu bir ruhu oldugunu dusunuyorlar. Dogaya bu yuzden de inanilmaz saygililar. Efsanelesmis reisleri, kabile buyuculeri var. Gozleri gormeyen birinin gozlerini acmak, olum doseginden birini ayaga kaldirmak vb mucizeler sehirlerde bile anlatiliyor. Kaldigim bir otelde her yerde el yapimi kolyeler asiliydi. Otel sahibi, zaman zaman bunlarin nedensiz patladigini (bakiniz bizdeki nazar boncugu), bu kolyelerin kendisini kotuluklerden korudugu anlatti. Ayni otelde 100 yil kadar once yasamis bir yerli liderinin bustu de var. Bustun onunde de bir bardak rom. Javiar, reisin her gece rom ictigine yurekten inaniyor.
Garip bir yer burasi. Anlamak icin belki yillarca kalmak gerekli. Tum bu bilinmezlikler feci sekilde istahimi kabartiyor.
Gabriel ile konusuyorum Canaima kampinda bir gece: “Oksijen, su, yemek, kadin. Insanin baska neye ihtiyaci var ki” diyor. “O nedenle onlar bizden cok daha mutlu”. Gabriel bir nevi Tristen karakteri gozumde. Dogayla butunlesmis Brad Pitt. Yani kal dese, kalirsin. Ormanlarda yasar, 30 cocuk dogurur, pilav filan yaparsin. O model bir guzellik. Istanbul’a gel, seni artist yapayim dicem de, yemez. Cocuk huzuru daglarda bulmus. Otesine ihtiyaci yok.
Ve dunyanin en yuksek selalesi Angel Falls. Adini 1937 yilinda kesif gezisi yaparken ucagi dusen pilot Jimmy Angel´dan aliyor. Neredeyse 1 km yuksekliginde. Gittik mi, gittik. Ahanda, kaniti yanda:)
Gezinin surprizi Kibrisli Umran ve annesi Ayla abla. Bolivar’da vedalasirken cantama yiyecekler koyuyorlar, ac kalmayayim o gece diye. Bu sevkatin bende yarattigi deprem simdi sizlere nasil aciklanir? Her daim kapim, yuregim onlara acik.
Venezuela’daki son duragim Brezilya sinirindaki kasaba, Santa Elena.
Her gezginin ruyasi Roraima dagina gidiyoruz Frank ile. Turist grubunu 6 gun surecek tirmanisin baslangic noktasi olan Indian koyune birakip Gran Sabana’nin derinliklerine daliyoruz. Frank benim Lubnan asilli rehberim. Kim rehber, kim musteri belli degil. Gun boyu off road araci ben kullaniyorum. Frank efendi selalelerde serinliyor, muzik dinleyip, sarkilar soyluyor, dans ediyor. Bunlarda bir genislik var ki, evlere senlik.
Ruzgarin sesi, topragin kokusu, dogadaki binbir renk...
Bunlar mutlulugun resmi degilse nedir simdi?
06 Ekim, 2006
uyar´in ellerinden operim
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama ağaçlar şöyleymiş
Ama sokaklar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yan gelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız.
Turgut Uyar
Pansiyon´da demokrasi, hosgoru ve `ne olursan ol, gel` donemi bitti arkadaslar. Bana yazmak isterseniz e-mail adresim yanda.
Bütün ağaçlarla uyuşmuşum / Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Ama ağaçlar şöyleymiş / Ama sokaklar böyleymiş / Ama sizin adınız ne /Benim dengemi bozmayınız.
05 Ekim, 2006
aysil´dan venezuela
Yazmak mı? Nereden çıktı? Geldim, gördüm, döndüm işte, bırakalım orada kalsın, hem şimdi başka bir “şimdi” yaşıyorum, hasta da oldum, uykuya ihtiyacım var derkeeen, ittir kaktır yazıyorum işte.
Yoldan başlayalım: Saat farkı olayı hiç bu kadar işime yaramamıştı, bilete göre sekiz saat gitmeyi göz aldığım yol, meğer altı saatmiş:) Şimdiye kadar saat ayarını hiç önemsemezdim, bulunduğum yerde kaçsa ayarlarsın, vücut da ya alışır ya sürünür. Ama bu sefer büyük hediye oldu bana. Hem sen bile “Cılgın! Iki gün için sekiz saat yol gelip gidilir mi” diyordun, al işte sekiz saat değilmiş.
Yolu geçip içeriğe gelelim: Neden Venezüela’da buluştuk? Bir taşla iki kuş hesabı valla. Hem seni göreceğim, hem de “bizim” Chavez’in ülkesini. Büyük dönüşümler ülkesini. Chavez Birleşmiş Milletler toplantısı için gittiği New York’ta, “bombalarla, füzelerle, insanları öldürerek demokrasi mi kurulurmuş” diye Bush’a kafa tutuyor, ABD halkına “bu katilden kurtulun artık” çağrısı yapıyor ve sıkı dur, Massachusets’den sonra New York halkına da evlerde kullanacakları yakıtı ucuza sağlıyor. Bunu yaparken Chavez diyor ki “petrol pahalı diyorlar, oysa aracıları çıkarırsanız bakın nasıl da ucuz” ve doğrudan Venezüela devletinden ABD halkına yakıt sağlıyor! Bunlar ben ABD’de iken oldu. Fox News çıldırdı!! Önce ABD’nin Birleşmiş Milletler’in para kaynaklarını kesmesini tartıştılar sonra vazgeçip Chavez’le uğraşmaya geri döndüler. “Bizim halkımıza nasıl ucuz petrol sağlarmış!” Biri çıkıyor diyor ki, “Ey halkımız, kabul etmeyin” sonra öbürü çıkıyor “Aman ne demek, ucuz buldunuz alın tabi, ama sakın Chavez’in iyi biri olduğunu düşünmeyin!”
Venezüela petrol zengini, ABD’nin en büyük sağlayıcısı. Ama Chavez iktidara gelene kadar Venezüela petrol kaynaklarını ABD şirketleri işletiyormuş. ABD şirketleri ülkenin petrol gelirlerinin %70´ini kendilerine alıp %30´unu Venezüela’ya bırakıyorlarmış. Chavez gelince bunu tersine çeviriyor. Dünyanın en büyük petrol üreticisi ülkelerinden Venezuela ve gördün, zenginlik var mıydı? Bu nedenle işte. Bu kadar zenginlikten ülkeye sadece %30 kalıyormuş.
Chavez 1998 yılında yapılan seçimlerde Venezüela devlet başkanı seçiliyor. Seçimlerden sonra ilk işi ülkenin adını Bolivarcı Venezüela Cumhuriyeti olarak değiştirmek. Simon Bolivar, ortak tarih, kültür ve kaderlerine rağmen (İspanyol sömürgecilerce) parçalanmış, bölünmüş kıtanın birleşmesi ve özgürlüğünü kazanması için yazıyor, çalışıyor, savaşıyor. Simon Bolivar o günleri göremedi ama Chavez Bolivar’ın mirasını sahipleniyor, sadece başında bulunduğu ülkenin adını değiştirerek değil elbette. ABD’nin arka bahçesini açık pazara dönüştürmek için icat ettiği Amerika Kıtası Serbest Ticaret Anlaşması’na (FTAA: Free Trade Agreement of the Americas) karşı Amerika Kıtası Bolivarcı Alternatifi’ni (ALBA: Alternativa Bolivariana para las Americas) geliştiriyor. Amerika ülkelerinin dayanışmasını ve paylaşmasını sağlayacak bir platform olarak ve birliğe doğru giden bir adım olarak. 2000 yılından itibaren yoksul ve topraksız halkın durumunu iyileştirmek için reformlara girişiyor. Yukarıda yazdığım petrol gelirlerinin paylaşımını Venezüela devleti lehine tersine çevirme de bunlardan biri. Ama işleri tıkırında gidenler bu durumdan hoşnutsuz oluyor.
2002 Nisan’ında Chavez’e karşı darbe yapılıyor. Darbeciler sadece 48 saat iktidarı ellerinde tutuyorlar. Bu arada Chavez’in başkanlıktan istifa ettiği ve ülkeyi terk ettiği söylentisi yayıyorlar. Ama Chavez radyo aracılığıyla istifa etmediğini, görevinin başında olduğunu duyuruyor. Bunun üzerine sekiz milyon insan sokağa dökülüp Chavez’i destekliyor ve darbecileri püskürtüyorlar. Bu olay aynı zamanda, olurken belgeseli çekilen ilk darbe olarak da kayda geçiyor. Çünkü tam o sırada İrlanda Televizyonu adına Chavez’in portresini çıkarmak üzere ülkede olan iki belgeselci, gün gün darbecilerin ve Chavez ve ekibinin eylemlerini kameraya çekiyorlar. Bu belgesel Türkiye’de gösterildi ve sık sık gösteriliyor. Adı “Devrim Televizyondan Yayınlanmayacak”.
Bizim Chavez hala ayakta. Ne iyi oldu ülkesini gördüğüm. İşi hiç kolay değil, yıllar süren bağımlılık, onca zenginlik üzerinde oturup da onca yoksulluk, iyi mi yapıyor, kötü mü ülke içinde özellikle orta sınıflarda bitmeyen tartışma. Güvenli olmayan bir ülke. Ama bu “şimdi” lik böyle. Değişim öyle kolay olmuyor ki sen de ben de kendi hayatlarımızdan iyi biliyoruz. Du bakalım motor yağlansın, çarklar dönsün, paslardan arınılsın. Geleceği kazanma, ipleri eline alma ve güzelleştirme yolunda çaba var, en çok bunu önemsiyorum. ABD bize pastadan pay ver, istediğin askerlerimiz, limanlarımız, ülkemizin bir kısmı olsun, ne var ki diyenlerin elinde “bindik bir alamete, sonumuz harola” duygusu ile yaşamaya yeğlenir bence. Ülkemiz için de ipleri elimize aldık ve başımıza gelenler iyi kötü belki ama kendi seçimimiz diyebilmeyi önemsiyorum.
Gezimizi sen pek güzel anlatmışsın zaten. Bir de neredeyse pornografik rumba resmini de koymuşsun (esas kısımlar yok ama, idare eder), pek şahane. Seni gördüm ya, içim rahat. Odana adam dahi girse sen başa çıkarsın, teknede yerimizi koruduğumuz gibi, aslanlar gibi.
Çok çok sevgiler.
Aysil
02 Ekim, 2006
bolivar´in sehri
Havaalanindan bindigim taksi ile Lonely Planet’de ismi gecen ucuz otelleri aramaktayim. Taksiciye fakir yalnizligim cesaret vermis olacak ki birkac otel girisimi basarisiz cikinca bir sekilde gaza geldi, kendisini benim kurtaricim ilan etti, merak etmememi, istersem birlikte takilabilecegimizi soyledi. Bunlari soylerken elimi tutmaya calismayi da ihmal etmedi. O dakika sehirle olan bagim koptu, beni otobus garina birakmasini soyledim ve gelisim kadar ani, uzadim sehirden, komsu sehir Ciudad Bolivar’a.
Sehrin ismi El Libertador olarak da bilinen Guney Amerika’nin en buyuk kahramani Simon Bolivar’dan geliyor. Yaklasik 2 asir once Bolivar onderliginde Venezuela, Kolombiya, Ekvator, Peru ve Bolivya Ispanya’ya karsi bagimsizlik mucadelelerini vermisler. 1819’da bu sehirde yapilan kongre Gran Colombia’nin dogmasina olanak saglamis.
Ciudad Bolivar beni guzel insanlariyla kucakladi. Onemli turistik destinasyonlarina ziplamak icin en uygun sehir olmasi disinda ozel pek bir sey yok. Bir de bana bogazi hatirlatan bir koprusu var nehir ustune kurulmus olan. Baktikca mutlu oldum, yuvami hatirladim.
Ne komik tacizci taksiciden kacip bu sehire siginmistim. Buradan da geldigim hizda, benzeri bir nedenle ayrildim.
Yazdiklarima bakip dram icindeyim sanmayin. Yollar insani affedici yapiyor. Ayrica mutlu anlari kendime sakliyorum sanirim. Size de bunlar kaliyor:)
gece ziyaretcileri
Iki gun once, Angel Falls turunun son gecesinde hamagimda uyurken gozume dayanan el feneri ile uyandirilmistim. Ziyaretcim Pemon yerlilerinde biri. Sigara soruyor, yok diyorum, gitmiyor. Icgudusel bir sekilde adami ittiriyorum, o zaman uzaklasiyor. Sabah ayip ettigimi, belki bu durumun onlarin kulturlerinde abuk bir sey olmadigini dusunuyorum, ama istem disiydi ittirme.
Bu gece de odamda bir ziyaretci bulunca tepem atti ama.
Saat 02:20. Neden bilmiyorum, uyaniyorum. Belki bir el dokundu. Belki sadece acik olan isigim ansizin sondugu icindir. Belki de bir Indian dostumun beni korumasi icin hediye ettigi boynumdaki kolye ses vermistir bana: “Uyan kizim, tehlike kapida”.
Soyle bir sahne hayal edin: Gece 12 sulari odama cekilmisim, kapimi kilitlemisim. Her zamanki gibi isik acik uyumaktayim. Sonra gecenin sessizliginde, nasili nedeni mechul, karanliga uyaniyorum. Yanliz degilim. Odada bir karalti.
Kabusta miyim? Uyanmadim mi hala?
Odama sizmayi basaran adami taniyorum. Iki gundur lafliyoruz, hayat hikayesini ogrendim, dostum saniyordum. Felix. Tur rehberi. Burada yasiyor, calisiyor. Bana Ispanyolca siirler duzuyor gecenin koru, izinsiz girdigi odamda. Yalvarmanin dili yokmus, anliyorum ne diyor.
Travma yasayacak ya da yolumdan donecek degilim (Sinirlerim tabii ki oynadi yerinden ve sehiri terkettim, o ayri).
Tek uzuldugum ‘bir tarafi saglama alma’ listeme yeni bir maddenin daha eklenmis olmasi: Kilitli kapilara bile guvenme ve bavulunu kapinin arkasina dayamayi ihmal etme.
Yuz yasina geldim, sinekler hala pesimde.